I. İNSAN HAKLARI KOMİTESİ VE GÖREVLERİ
Birleşmiş Milletlerce (BM) kabul edilen antlaşmalarının taraf ülkelerce uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesi amacıyla, BM bünyesinde bağımsız uzmanlardan oluşan komiteler kurulmuştur. Komitelerin bir devletle ilgili denetim yapabilmesi için öncelikle o devletin ilgili insan hakları antlaşmasına taraf olması gerekir. Komitelerin taraf devletlere ilişkin denetimleri, ilgili antlaşmada güvence altına alınan hak ve özgürlüklerle sınırlıdır. Devlet, antlaşmaya çekince ile taraf olmuşsa, ilgili komitenin denetim yetkisi, o çekince ölçüsünde daralır.
BM bünyesinde oluşturulan Komiteler şunlardır; İnsan Hakları Komitesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, Çocuk Hakları Komitesi, Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, İşkenceye Karşı Komite, İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezanın Önlenmesi Alt Komitesi, Tüm Göçmen İşçiler ve Aile Fertlerinin Haklarının Korunması Komitesi, Engelli Hakları Komitesi, Zorla Kaybedilmeye Karşı Komite.
İnsan Hakları Komitesi (Komite); Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşme’nin (MSHS) denetim organıdır. Bu Sözleşme’nin taraf devletlerce uygulanmasını izlemek ve denetlemek amacıyla, aynı Sözleşme’nin 28. maddesi uyarınca oluşturulmuştur. Komite, taraf devletlerin vatandaşı olan ve seçim yoluyla gelen 18 bağımsız uzmandan oluşur. Komite üyelerinin görev süresi 4 yıldır.
Komite; taraf devletlerin sundukları raporları inceler ve değerlendirir. Taraf Devletler, Sözleşmeye taraf oldukları ilk bir yıl içinde, daha sonra da her beş yılda bir Komiteye rapor sunmakla yükümlüdürler. Komite’nin başka bir zamanda rapor talep etmesi de mümkündür. MSHS’ye Ek İhtiyari Protokol ile İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel ve devletlerarası başvuru usulü tanınmıştır. Türkiye’de, bireysel ve devletlerarası başvuru usullerini öngören İhtiyari Protokol’e taraftır ve İnsan Hakları Komitesi’nin bireysel ve devletlerarası başvuruları kabul etme ve inceleme yetkisini tanımıştır.[1]
II. KOMİTE KARARLARININ BAĞLAYICILIĞI VE İNFAZI
Komite, son zamanlarda Türkiye aleyhine verdiği kararlarla gündeme gelmiş ve özellikle kararlarının bağlayıcılığı ve infazı hususları tartışma konusu olmuştur. Bazı hukukçular, Komite kararlarının siyasi ve tavsiye niteliğinde olması nedeniyle bağlayıcılığının ve infaz kabiliyetinin bulunmadığını ileri sürerken, bazıları da aksi yönde görüş bildirmişlerdir. Özellikle birinci görüşü savunanlar, Komite’nin yetkisini AİHM ile kıyaslamışlar ve Komite’nin etkisiz olduğunu ve bir mahkeme olarak kabul edilemeyeceğini dile getirmişlerdir.
Peki, olay gerçekten bu kadar karışık mıdır, yoksa yorumlarda hata veya eksik bilgi mi vardır? Konunun, yorumlardan öte ilgili mevzuatlar bağlamında ele alınması gerektiği ve bu sayede doğru bir sonuca varılabileceği düşünülmektedir.
- Sözleşmeler Bağlayıcı mıdır?
Türkiye’nin taraf olduğu insan haklarına ilişkin tüm uluslararası antlaşmaların etkisi aynıdır ve uygulanabilirliklerini kaynağını Anayasa’dan alırlar. Zira Anayasa’nın 90. maddesi gereğince; “…Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. “…usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”
Buna göre, Türk hukuk sisteminde hukuk uygulayıcılarının geleneksel anlayışları nedeniyle temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmalar göz ardı edilse de, bu sözleşme hükümlerinin de aynı TCK, CMK, Medeni Kanun gibi bir kanun maddesi olduğunda ve mahkemelerce dikkate alınmaları gerektiğinde şüphe yoktur. Meclis tarafından bir kanun ile uygun bulunan ve taraf olunurken de uyulacağı taahhüt edilen sözleşmelerdeki hükümler artık birer iç hukuk maddeleridir.
Ayrıca, sözleşme hükümleri Anayasa’ya aykırılıkları ileri sürülemeyeceğinden ve yasama organı tarafından da değiştirilemeyeceklerinden, kanunlardan ve bir anlamda da Anayasa hükümlerinden daha üst konumdadırlar. Bu nedenle, Türkiye’nin tarafı olduğu AİHS ve MSHS’in iç hukuktaki yerleri aynıdır. Bu Sözleşmelere ilişkin denetim organları olan AİHM ve Komite olmasaydı dahi, Sözleşme hükümleri aynı zamanda iç hukukun bir parçası olduklarından, mahkemelerce öncelikle dikkate alınmaları gerekirdi. Aynı şekilde, Türkiye iki Sözleşme hükmüne uyacağını da açıkça taahhüt etmiştir (AİHS md.1, MSHS md. 2). Bu sebeple mahkemeler, önlerindeki olaya yasal dayanak ararken ilk önce Sözleşme ve Anayasa hükümlerine, daha sonra da sıralı yasal düzenlemelere bakmalıdırlar. Bu açıklamalar ışığında, sözleşmelerin bağlayıcılığı noktasında bir tereddüt bulunmadığı ortadadır.
- Denetim Organlarının Kararları Bağlayıcı mıdır?
AİHM kararları, AİHS’in bağlayıcı bir yorumu olduğu gibi Komite’nin bireysel başvuru sonucu verdiği kararları da MSHS’nin bağlayıcı bir yorumudur.
Türkiye, AİHM kararlarının bağlayıcılığını taahhüt etmiştir (AİHS md. 46). Bazı hukukçular aynı durumun Komite için söz konusu olmadığını iddia etseler de, bu doğru bir yorum değildir. Zira Türkiye, MSHS’yi imzalarken Sözleşme’nin Komite’ye ilişkin hükümlerini kabul ettiği (md. 28 ve devamı) gibi Komitenin şikayetleri almasına (md. 40 ve devamı) da bir çekince koymamıştır. Ayrıca Türkiye, Komite’nin bireysel başvuruları inceleme yetkisini düzenleyen Ek İhtiyarı Protokole 2006 yılında taraf olmuş ve gerekli depo işlemlerinden sonra bu Protokol Türkiye için 24 Şubat 2007 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye bu Protokolü imzalayarak, AİHS/AİHM yetkisinin kabulünde olduğu gibi MSHS/Komite yetkisini de kabul etmiştir. Türkiye’nin, Komite’nin yetkisini kabul ettiğini ve kararlarını yerine getireceğini görmek için Sözleşmenin 2, 40, 41, 42. maddeleri ile Protokolün Giriş ve 1. maddesine bakmak yeterlidir. Protokolün Giriş ve 1. maddesindeki düzenlemeler şöyledir:
Giriş: “Bu Protokole Taraf Devletler, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (bundan böyle Sözleşme diye anılacaktır) amaçlarını gerçekleştirmek ve bu Sözleşme hükümlerinin uygulanmasını sağlamak amacıyla, Sözleşmenin IV. bölümüne göre kurulan İnsan Hakları Komitesine (bundan böyle Komite diye anılacaktır), bu Protokolde düzenlendiği gibi, Sözleşmede yer alan hakların ihlalinden mağdur olduğunu iddia eden bireylerden gelen şikayetleri alma ve tezekkür etme yetkisi tanımanın uygun olduğu dikkate alarak; Aşağıdaki hükümlerde anlaşmışlardır:
Madde 1: Bu Protokole Taraf haline gelen Sözleşmeye Taraf bir Devlet, kendi egemenlik yetkisine tabi bulunan ve Sözleşmede düzenlenen haklarının bu Taraf Devlet tarafından ihlal edildiğini iddia eden bireylerin yapacağı şikayetleri Komitenin alma ve tezekkür etme yetkisini tanır.”
Bu düzenlemelerde, taraf devletin Komite’nin başvuruları alma ve inceleme yetkisini tanıdığı açıkça vurgulanırken, Sözleşme’nin 2. maddesinde de, Sözleşme’de düzenlenen hakların korunması konusunda taraf devlet negatif ve pozitif yükümlülüklerle bağlı hale getirilmiştir.
Diğer taraftan, MSHS’ye Ek İhtiyari Protokolün onaylanması sırasında yapılacak beyanlar ve konulacak çekinceler konusunda Türkiye’nin bildirisi şu şekilde olmuştur:
“Türkiye Cumhuriyeti, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye ilişkin üç beyanının ve Sözleşmeye koyduğu çekincenin bu İhtiyari Protokol için de geçerli olduğunu beyan eder.”
BEYAN
“Türkiye Cumhuriyeti, Protokol’ün birinci maddesini, Komite’ye, Sözleşme’de yer alan haklardan herhangi birinin Türkiye Cumhuriyeti tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu iddia eden, Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı yetkisine bağlı bireylerin şikayetlerini alma ve inceleme yetkisi verdiği şeklinde yorumlar.”
AİHS’in 46. maddesinde olduğu gibi net ifadeler kullanılmasa da, Anayasa’nın 90, MSHS’in 2, 40 vd., Ek Protokol’ün Giriş ve 1. maddeleri ile Türkiye’nin beyan ve çekinceleri birlikte değerlendirildiğinde, MSHS’in ve Sözleşme’nin denetim organı olan Komite kararlarının bağlayıcılığı konusunda bir tereddüt yoktur. Aksi düşüncenin kabulü, Sözleşme ve İhtiyari Protokol’e taraf olmayı anlamsız hale getireceği gibi hukuki gerçeklikle de bağdaşmayacaktır.
Ayrıca, bir denetim organının yetkisi tanındıktan sonra verdiği kararın bağlayıcılığının tartışılması abesle iştigaldir. Zira yetki, beraberinde bağlayıcılığı da getirir. Anayasa Mahkemesi ya da herhangi bir konuda yetkilendirilen bir mahkemenin kararlarının bağlayıcılığıyla ilgili bir şüphe bulunmadığı gibi, Meclis’in kanun ile tanımış olduğu Komite’nin yetkisinin bir uzantısı olan karar ve işlemlerinin bağlayıcılığı konusunda da bir şüphe yoktur.
- Komite Bir Mahkeme midir?
Bu konu akademik ortamda tartışılmış olup mahkemedir diyenler olduğu gibi yarı yargısal bir kurumdur diyenler de olmuştur. Öncelikle, Komite’nin bir yargısal denetim organı olduğunda şüphe yoktur. Taraf devletler, Komite’nin şikayetleri alma ve inceleme yetkisini tanıdıklarından, Komite’nin verdiği kararların bağlayıcılığıyla ilgili bir tereddüt yoktur. Geri kalan tam yargısal veya yarı yargısal tartışmalar ise teorik planda kalmaktadır.
Mahkemeler veya yargısal denetim organları değişik adlarla anılabilirler ve isimlerinde “mahkeme” kelimesi olması şart değildir. Zira yargısal görev icra eden mercilerin isimleri, Komite, Adalet Divanı, Tahkim ve Yargıtay olabilir. Yargısal bir karardan bahsedebilmek için; kararı veren kurumun bu konuda yetkili olması, bağımsızlık ve tarafsızlık, devamlılık, atanma biçimi, infaz edilebilirlik, şikayet alma, karşı tarafa savunma hakkı verme, gerekirse delil toplama ve kamuya açıklık gibi temel kriterlerin varlığı gerekir.
Sözleşme, Protokol ve Komite Usul Kuralları incelendiğinde, bu kriterlerin çoğunun Komite’de olduğunu görülecektir. Nitekim AYM ve AİHM’in başvuru inceleme şekli de, neredeyse Komite ile aynıdır. Hepsi başvuruları alır, devlete bildirir, gerekirse ek taleplerde bulunur, kabul edilebilirlik ve esas incelemeler yaparak tarafları haberdar eder ve genel itibariyle dosya üzerinde (her ne kadar Komite’de duruşma usulü yoksa da gerekli görmesi halinde tarafı dinleyebilir. Bkz. Usul Kuralları 68) inceleme yaparak karar verir.
Bu yönlerden bakıldığında, Komite’nin tam yargısal denetim gücü bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Türk hukukunda idare mahkemeleri veya AYM ne ifade ediyorsa Komite de aslında aynı şeyi ifade etmektedir ve usulü işlemler birbirlerine benzemektedir. Öğretide tartışılan Komite’nin yarı yargısal gücü olduğu hususu bir an için kabul edilse dahi, bu Komite’nin yargısal denetim yetki, karar ve bağlayıcılık gücüne zarar vermez. Fakat eğer bu “yarı yargısal” kavramı ile kastedilen Komite kararlarının bağlayıcı olmadığı hususu ise, yukarıda açıklanan gerekçelerle bu düşünceye katılmak mümkün değildir. Komite de, AİHM gibi karar verip AİHM’in dostane çözüm usulünde olduğu gibi atadığı Raportör aracılığıyla taraflar arasında öncelikle bir uzlaşma ortamını oluşturmaya çalışır. Uzlaşma gerçekleşmezse verdiği kararını takip eder.
- Komite Kararlarının İnfaz Kabiliyeti Var mıdır?
Yukarıda yapılan açıklamalar infaz zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir. Zira ortada; yetkisi tanınmış, iç hukuk kuralı haline gelmiş, kendisine kanundan üstün bir güç verilmiş ve kararları kabul edilmiş bir kurum vardır. Böyle bir kurumun kararlarının infaz kabiliyetinin olmadığını söylemek yanlış olacaktır.
Uluslararası denetim organlarının kararlarının infaz veya takibini taraf devlet ve ilgili denetim organı açısından iki yönlü ele almak gerekir.
a-) Gerek ulusal gerekse uluslararası tüm mahkemeler sadece karar verirler ve bu kararın infazını idareye bırakırlar. Bu nedenle, idare mahkemelerinin kimi kararlarında infaz durumu da gösterildiği zaman, idare hemen buna “yerindelik denetimi” itirazı yapıp “yetkime karışamazsın” diyebilmektedir.
Yine, hukuksal konuya göre ilgili mahkeme kararlarının infazı farklı olabilir. Örneğin, bir hukuk mahkemesi kararı taraflara tebliğ edilir ve kaybeden taraf gereğini yapar, ceza mahkemesi kararı savcılığa, idare mahkemesi kararı ilgili idareye, AYM kararı Devleti temsilen Adalet Bakanlığına ve AİHM ve Komite kararları da duruma göre Devleti temsilen Dışişleri veya Adalet Bakanlığına gönderilir. Aynı şekilde, bir tutukluluk incelemesinde mahkeme sadece tahliye kararı verir, infazını ise savcılık yapar. Aynı konuda uluslararası mahkemeler ise tutuklamayı ulusal ve uluslararası hukuka aykırı görerek kişinin tahliyesi gerektiği yönünde devlete ihtarda bulunurlar. Devlet ise bu kurumların yetkilerini tanıdığından kararlarına da uymak zorundadır.
Peki, burada usul nasıl olacaktır? İç hukukta buna ilişkin açık bir usul kuralı yoktur. AİHM kararları açısından CMK’nın 311. maddesinde “yeniden yargılama” müessesine yer verilmiştir. Ancak, bu düzenleme Komite kararları için geçerli değildir. Burada uygulanacak usul “kıyas” yöntemidir. Nitekim hem yasalarımızda hem Yargıtay içtihatlarında ve hem de öğretide usul yasalarının uygulamasında “kıyas” yöntemi kabul edilmiştir. Örneğin, AYM Kanunun 49. maddesinde; “Bireysel başvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve İçtüzükte hüküm bulunmayan hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel başvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır” denilerek, kıyasen ilgili usul kurallarının uygulanabileceğine yer verilmiştir.
Bu durum AİHM ve Komite kararları için de geçerlidir. Yani, Komite veya AİHM’in tutuklamayı MSHS ve AİHS’e aykırı görmesi halinde, ilgili yerel mahkemenin (şayet derdest dava varsa) kararına bile gerek kalmaksızın, kararın Adalet Bakanlığı kanalı ile savcılığa tebliği anında kişinin serbest bırakılması gerekir. Ya da, karar mahkemeye tebliğ edilirse, mahkeme üst norm olan sözleşmeye göre karar veren ve doğal olarak üst mahkeme sıfatı olan bu kurumların kararları gereğince derhal tahliye kararı vererek infazı için savcılığa bildirmelidir. AYM’nin işleyişi de aynıdır ve tahliyesi gereklidir dediği konuda AYM sadece mahkemeye bildirimde bulunur. Bu konuda da açık bir usulü düzenleme olmasa da, yerel mahkemeler, üst mahkeme kabul ettikleri AYM kararına uymak zorunda olduklarından tahliye kararı verirler.
Özetle, Devletin gerek Komite ve AİHM ve gerekse de aynı amaca hizmet eden AYM’nin tespit ettiği hak ihlallerini giderme yükümlülüğü vardır. Bu konuda açık bir usulü düzenleme olmasa bile, ilgili diğer usul kuralları kıyasen uygulanarak sorun çözülmelidir.
b-) Hem AİHM hem de Komite, kararını ilgili Devlete bildirdikten sonra ayrıca kendi takip sistemi içerisinde ihlalin giderilip giderilmediğini de izlemeye alır. Dolayısıyla Komite’nin, AİHM’in aksine bir takip ve infaz sisteminin olmadığı yönündeki görüşler temelsizdir.
AİHM kararlarının takibi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince yapılmaktayken, Komite, İhtiyari Protokol’ün 5/4. maddesi gereğince, kabul etmiş olduğu tespitlerin takibi ve taraf devletçe alınmış önlemleri incelemek üzere bir Özel Raportör görevlendirir (Usul Kuralı md. 106). Komite, başvuruyla ilgili ihlal tespit ederse, taraf devletten Sözleşme’nin 2. maddesinin 3. paragrafındaki yükümlülüğü uyarınca bu ihlali gidermesini ister. Komitenin kararı; tazminat ödenmesi, mevzuatın yürürlükten kaldırılması veya değiştirilmesi ve/veya tutuklu bir kişinin serbest bırakılması ve yeniden adil yargılama yapılması gibi özel bir şekilde olabilir.
Özel Raportör, izleme görevi için her türlü irtibat kurma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir. Özel Raportör, izleme faaliyetleri hakkında Komite’ye düzenli olarak rapor sunar. Komite, izleme faaliyetleri hakkındaki bilgileri kendi yıllık raporuna kaydeder. Yıllık Rapor, Ekonomik ve Siyasi Konsey aracılığı ile BM Genel Kurulu’na sunulur (Usul Kuralı md 64).
Komite, ilgili devletin tatmin edici bir çözüm sunmaması halinde, dava takibini açık tutar ve devleti sıkıştırmaya devam eder. Genelde devletler Genel Kurul’da insan hak ihlalleri ile anılmak istemedikleri ve bu durum gerek ekonomik ve gerekse siyasi olarak kendilerine zarar verdiği için sonuçta ilgili karara uymak zorunda kalırlar.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Komite kararlarının hem iç hukuka hem de Komite’nin kendi işleyişine göre infaz ve takibi söz konusu olup bu yönüyle AİHM kararlarından herhangi bir farkı yoktur. Bu nedenle, karara konu hak ihlallerinin giderilmesi Türkiye’nin Sözleşmesel, Anayasal ve yasal yükümlülüğüdür.
- Komite Kararının Derdest Benzer Soruşturma ve Yargılamalara Etkisi Var mı?
Komite, Turgay Karaman ve İsmet Özçelik isimli kişilerin yaptığı başvuruda hak ihlallerini tespit ettikten sonra bu ihlallerin giderilmesini şu görüşlerle Türkiye’den istemiştir:
“11. Sözleşmenin 2 (3) (a) maddesi uyarınca, Taraf Devlet, yazarlara etkili bir çözüm sağlama yükümlülüğü altındadır. Bu, Sözleşme haklarının ihlal edildiği kişilere tam olarak tazmin edilmesini gerektirir. Buna göre, Taraf Devlet, diğerlerinin yanı sıra, yazarları serbest bırakmak ve uğradığı ihlaller için yeterli tazminat sağlamakla yükümlüdür. Taraf Devlet, gelecekte de benzer ihlallerin ortaya çıkmasını önlemek için gerekli tüm adımları atma yükümlülüğü altındadır.
12. Seçmeli Protokol’e taraf olarak, Taraf Devlet, Sözleşmenin ihlal edilip edilmediğine karar vermede Komite’nin ve Sözleşmenin 2. maddesine istinaden Taraf Devlet’in kendi bölgesi dâhilindeki veya kendi yetkisi altındaki tüm bireylere, Sözleşmede tanınan hakların sağlanması ve bir ihlalin gerçekleştiği tespit edildiğinde Komite’nin Taraf Devletten Komite görüşlerine etkide bulunmak için alınan tedbirler hakkında bilgi istediği durumlarda 180 gün içerisinde etkili ve uygulanabilir bir çözüm sağlamayı taahhüt etmiştir. Taraf Devletten ayrıca mevcut Görüşleri yayınlaması ve bunları Taraf Devletin resmi dilinde yayması istenir.”
Görüldüğü gibi Komite, Devletten yapması gerekenleri teker teker sıralamıştır. Burada önemli bir isteği daha vardır. O da; “Taraf Devlet, gelecekte de benzer ihlallerin ortaya çıkmasını önlemek için gerekli tüm adımları atma yükümlülüğü altındadır” hükmüdür. Bu hüküm şu anlama gelmektedir; eğer ilgili karar konusu ile benzer sorunları yaşayanlar varsa, bu karar adeta onlar için de verilmiş gibidir ve Devlet bu yöndeki sorunları gidermek zorundadır. Bu bağlamda, her savcılık veya mahkemenin, benzer soruşturma ve yargılamalarda Komite’nin kararını referans almaları gerekir.
Bu referans suçlamanın her aşamasında kullanılabilmelidir. Bilindiği gibi ceza prosedürünün üç aşaması var, soruşturma (savcılık), yargılama (mahkeme, istinaf, yargıtay), kesinleşme (infaz).
Şu anda Türkiye’de 600 bin kişi aynı konuda soruşturma altındadır. Her ne kadar dosya numaraları farklı olsa da, aslında bunlar adeta aynı dosyanın farklı sanıklarıdırlar. Zira bu kişilere isnat edilen suçlama aynıdır. Yukarda açıklandığı üzere, Komite bir karar verdiğinde aslında ilgili devlete şunu söylemektedir; tespit ettiğim ihlalleri derhal gider, benzer durumda olanlarla ilgili sıkıntıları çöz veya ihlal oluşturan yasal düzenlemeler varsa onları düzelt ve sözleşmeyle üstlendiğin yükümlülükleri yerine getir. Yani, MSHS’nin 2. maddesinde belirtilen Sözleşmedeki hakları sağlamak ve haklara saygı göstermek yükümlülüğü tüm taraf devletler açısından derhal etki doğuran bir yükümlülüktür. Devlet bir şekilde ya doğrudan sözleşmesel hüküm ve kararları (komite kararı) iç hukukunda uygulayacak, ( ki sözleşme de aslında bir iç hukuk hatta Anayasa 90. madde gereği kanundan da üstün bir iç hukuktur) ya bunun usulünü ayrı bir düzenleme ile (AİHM de olduğu gibi) hukuk sisteminde daha özel bir şekilde belirleyecek ya da usul hukukunda kıyas mümkün olduğu için herhangi bir şey yapmadan kıyasen ilgili usul kuralları ile gereğine tevessül edecektir. Örneğin AİHM için düzenlenen CMK’nın 311. maddesini, Komite kararları için de, MSHS md. 2 ve diğer bağlayıcı sözleşmeler ile Anayasa 90. madde uyarınca uygulayacaktır.
Komite kararları, öncelikle bizzat başvuranları ilgilendirdiğinden, diğer kişilerin de iç hukuk yollarını ve BM, AİHM, AYM bireysel başvuru yolunu ayrıca kullanması gerekir ki, hukuku bu şekilde anlamayan ya da yorumlamayan yargı mensupları yüzünden bir hak kaybı yaşanmasın. Bununla birlikte, yukarıda açıklanan sebeplerle tüm kişiler aynı kapsamda (suç isnadı, uzun gözaltı, hakime çıkarılmama, gerekçesiz veya yetersiz gerekçe ile tutuklama, olay ve eylem arasındaki nedensellik bağlantısının sağlanamaması, vs.) cezai prosedüre tabi tutulduklarından ve Devlet de, sözleşme ve karar gereği bu konuda aynı olan sorunu kökten çözmeye yükümlü olduğundan, aşaması fark etmeksizin tüm mağdurların Komite kararlarını referans göstererek ilgili savcılık ve mahkemelerinden talepte bulunmaları mümkündür.
Öte yandan, ülkenin mevcut siyasi ve hukuki anlayışı dikkate alındığında bu değerlendirmeyi kabullenecek liyakat ve bağımsızlığa sahip hakim bulmak zor olsa da, geleceğe hukuksal çareler üretme adına benzer kararlar sayesinde er ya da geç tüm hukuksuz dosyalar yeniden ele alınacaktır. Fakat mağdurlara düşen, tüm destekleyici bilgi ve belgelerle hukuki girişimlerde bulunmaktır. Aksi halde, üzerlerine düşen özenli davranma yükümlülüğünü yerine getirmediklerinden, ilerde bazı hak kayıpları yaşayabilirler.
- Komite ve AİHM Kararları Birbirlerini Etkiler mi?
AİHS’nin 35. maddesi gereğince, bir başvurunun kabul edilebilirlik koşulları incelenirken, başvuru uluslararası diğer bir soruşturma veya çözüm merciine sunulmuş başka bir başvurunun konusuyla esas itibariyle aynı ise ve yeni olaylar içermiyorsa kabul edilemez bulunur. Aynı düzenleme, Komite açısında İhtiyari Protokolün 5. maddesinde yapılmış ve şayet aynı konu başka bir uluslararası soruşturma veya çözüm usulüne göre incelenmekte ise Komite başvuruyu reddeder. Ayrıca bu hususta Türkiye de çekince koymuştur. Bu düzenlemeler göstermektedir ki, Komite kararı hem AİHM, hem de Türkiye için önemli ve bağlayıcıdır. Bu durum, aynen bir yerel mahkeme kararı olduğu müddetçe tamamen aynı olay hakkında ikinci bir mahkeme kararının alınamayacağı ilkesi ile bire bir uyuşmaktadır.
Diğer yandan, şayet konu aynı olmasa bile AİHM her zaman BM organları tarafından verilen kararlardan etkilenmekte ve ilgisi olması halinde kararlarında kullanabilmektedir. Eğer Komite bir tutuklamada değişik ihlaller tespit etmiş ve yargılamanın kesinleşmesinden sonra aynı kişi bu kez tüm şikayetleriyle ilgili AİHM’e başvurmuşsa AİHM, Komite’nin tespitlerine de yer vermektedir. Sonuç olarak, iki kurumun kararlarının birbirleri üzerinde etkileri kabul edilmiştir.
Bu konuda AİHM’in birçok içtihadı bulunmaktadır. Örneğin, “Peraldi v. France (dec.) – 2096/05 Decision 7.4.2009” kararında AİHM, aynı konunun BM Keyfi Tutuklama Çalışma Grubu’nda ele alındığını, Çalışma Grubu’nun önündeki prosedürün AİHM’in yerleşik içtihadı uyarınca, bir uluslararası soruşturma veya çözüm prosedürünü temsil eden Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi önündeki prosedürle pek çok benzerliğe sahip olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak, AİHM’ göre Çalışma Grubu, AİHS’nin 35 § 2 (b) maddesi bağlamında uluslararası bir soruşturma ya da çözüm prosedürüdür. Dolayısıyla bu davada, Mahkemeye (AİHM) sunulan şikâyetin esasen Çalışma Grubunun görüşüyle sonuçlanan şikayetle aynı olması nedeniyle, Hükümetin kabul edilemezlik itirazı kabul edilmiştir.
Buradan çıkan sonuç; AİHM’in, BM Denetim organlarını tıpkı kendisi vermiş gibi değerlendirdiği ve eğer aynı konuda kendisi veya BM daha önce bir karar vermiş veya eş zamanlı bir inceleme varsa kendisine yapılan başvuruyu usulden reddedeceğidir. Bunun anlamı; AİHM’e göre, BM kararları hem kendisini hem de ilgili devleti bağladığından, ikinci bir karara gerek yoktur.
- Mağdurlar Açısından Komite ve AİHM’den Hangisine Öncelikle Başvurulmalıdır?
Türk hukuk uygulamasında AİHM tecrübesi ve kabulü yerleşmiş durumdadır. Hakimler, AİHS dışındaki Sözleşmeleri maalesef halen bir iç hukuk normu olarak görememekte ve dolaysıyla bunların Denetim Organlarının yetkisini de anlayamamaktadırlar. Bu nedenle, Komite kararlarının iç hukukta istenilen ve olması gereken seviyede kabul edilip uygulanması, hukuki anlayışın değişmesine ve zamana ihtiyaç duyabilir ve bu da Komite kararının etkili uygulanmasını geciktirebilir. Bu kabulle birlikte, Komite kararları birçok noktada AİHM’den avantajlı ve daha hızlı elde edilebilir. Çünkü birçok gerekçe ile Komite ve yine BM İnsan Hakları Çalışma Gruplarının kararlarında AYM, CMK 141 gibi kimi hukuk yollarının tüketilmesine gerek görülmemektedir.
Bu durum ilerde AİHM’i de etkileyecek ve umulur ki AİHM de benzer karar alabilsin. Ama şimdilik AİHM tüm iç hukuk yollarının tüketilmesini arayarak mağduriyetlere hızlı bir çözüm sağlayamamaktadır.
Sonuç itibariyle, hukuki olarak iki kurumun kararlarının bağlayıcılığı ve infazı aynı etkiyi doğurmakla birlikte, Komite, halen iç hukuk uygulamasında anlaşılmadığından uygun gerekçelerle yargı birimlerinin bunu kabullenmelerinin sağlanması gerekir.
Buna göre iki yolun kendi içinde avantaj ve dezavantajları vardır. Burada; zaman, erken veya geç karar verme, hukuk yollarının tüketilmesi zorunlulukları ve bazı konularda başvuru yapılıp yapılmayacağı (örneğin mülkiyet hakkı konusunda MSHS’da açık düzenleme yok, öte yandan bazı konularda Komite, AİHM gibi sıkı değil daha rahat değerlendirme yapabiliyor, dava devam etse bile adil yargılama hakkı konusunda karar verebiliyor, oysa AİHM için bu söz konusu değil… ) gibi hususlar belirleyici olacaktır ki, bu tercih başvuruculara kalan bir durumdur.
Bu konuda yapılabilecek tavsiye, hangi kuruma başvuruda bulunulacak bulunulsun, önemli olan dosyanın özenle hazırlanması ve ihlal edildiği ileri sürülen hak ihlallerinin belirlenerek destekleyici bilgi ve belgelerle sunulmasıdır.
Kişi gerekirse başvurusunu ikiye bölebilir, örneğin kötü muamele için Komite, tutuklamanın hukuksuzluğu için AİHM’e başvurabilir veya tersi. Şayet Komite’den erken lehe bir karar çıkarsa bunu destekleyici bir bilgi olarak AİHM dosyasına da sunabilir. İki kurum açısından da, gereksiz veya yetersiz çok başvuru yapılmasındansa nitelikli başvuru yapılması çok daha önemlidir ve doğal olarak bu durum hükümet üzerinde daha güçlü bir etki doğurur.
Bununla birlikte, başvuruların nitelikli olması şartıyla sayısal yoğunlukta olması dezavantaj oluşturmayacaktır. Komite zaten yıllık kaç dosya inceleyeceğini önceden belirleyip sıraya koymaktadır. BM Genel Sekreteri tarafından Komite’ye çalışmaları için yeterli kadro sağlanmakta, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği sekretarya görevini yürütmekte, gerekli görmesi halinde Komite alt çalışma grupları kurmakta veya Raportörler atamaktadır. Bizzat Komite de senede üç kere toplanarak sıraya konulmuş sınırlı sayıdaki dosyaya karar vermektedir. Bu nedenle, Komite’nin iş yükü altında tıkanacağı endişesi yersiz olduğu gibi bu durum BM Genel Sekreteri’nin sorunudur.
Bazen bu tür kurumların bir Devlet aleyhinde çok sayıda şikayet almaları avantaj haline gelebilir ve bu kurumlar aracılığı ile Devlete baskı uygulanarak sorunu çözme yönünden adımlar atması sağlanabilir. AİHM’in makul sürede yargılama, köy boşaltma ve mülkiyet hakları şikayetleri noktasında yaptığı baskı ile Hükümet Uzlaşma Komisyonları kurmak zorunda kalmış ve çoğu mağdur haklarını geri alabilmiştir. OHAL İnceleme Komisyonu da bu amaçla kurulmuş olsa da, baştaki kötü niyet nedeniyle arzu edilen sonucu verememiştir.
Özetle, nitelikli olmak şartıyla çok başvuru yapılması ve dosya sayısı meselesi ilgili Kurumların işi olup, mağdurların bu konuda başvuru yapmaları doğal haklarıdır. Hatta iyi bir rehberlikle mağdurların bu hususta teşvik edilmeleri adaletin bir bütün olarak tesisi anlamında ivme sağlayacaktır.
[1] https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/content/138-insan-haklar-komitesi/