AİHM’İN YUSUF BİLGE TUNÇ KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

2401

AİHM’İN YUSUF BİLGE TUNÇ KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

 

1. Genel Olarak

AİHM, 06/8/2019’da kaçırılan Yusuf Bilge Tunç’un yakınlarının yaptığı başvuruyu ulusal mercilerce yürütülen soruşturmada ciddi bir eksiklik olmadığını belirtmiş ve açıkça dayanaktan yoksun bularak reddetmiştir.[1]

2. Karara İlişkin Hususlar

AİHM, Kolevi Bulgaristan kararındaki şu ilkeler bağlamında başvuruyu değerlendirmiş ve dosyada her hangi bir eksiklik bulmamıştır; Mahkemenin önceki davalarda belirttiği üzere soruşturmanın çıkarımlarının ilgili bütün unsurların kapsamlı, objektif ve tarafsız bir analizine dayandırılması gerekir. Belirli bir soruşturma usulünü izlemekteki kusur, soruşturmanın olayın şartlarını ve sorumlu kişileri saptama yeteneğine zarar vermektedir. böyle bir soruşturma etkili olarak değerlendirilemez.”[2]

Acaba gerçekten durum AİHM’in söylediği gibi midir? Gelin isterseniz, 96. paragrafta yer verilen aşağıdaki hususlar bağlamında kararı değerlendirelim;

Mahkeme, başvurucuların iddialarının aksine, yetkililerin Yusuf Bilge Tunç’u bulmak için yeterli tedbirleri aldığını değerlendirmektedir. Son olay yerinde incelemeler yapılmış, kamu yollarındaki MOBESE görüntülerinin analizi yapılmış, tanıklar dinlenmiş, Yusuf Bilge Tunç tarafından kullanılan cep telefonu incelenmiş ve geçmiş görüşmeleri kontrol edilmiştir. Onu bulmak için özel ve kamu kuruluşlarının şahsi dosyalarına erişim sağlanmıştır. Halen süren soruşturma, kesinlikle onu bulmayı amaçlamaktadır (P.96).

Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, bu soruşturma tam da bir insan nasıl bulunamaz ya da bulunmak istenmezin ve yargının yükümlülüğünü yerine getirmemek için neler yapabileceğinin somut örneğidir. Şöyle ki;

a. Yeterli Tedbirler Alınmamış ve Gerekli İncelemeler Yapılmamıştır

AİHM her ne kadar Tunç’un bulunması için yeterli tedbirlerin alındığını söylese de, ilk anından itibaren yargı mercileri her türlü zorluğu çıkarmış ve soruşturmayla ilgili bir arpa boyu yol da ailenin çabalarıyla alınmıştır. Zira Tunç’un kullandığı aracı bile ailesi bulmuştur ve polisin bu konuda hiçbir katkısı yoktur. Araç üzerinde doğrudan bir delil araştırmasına (parmak izi vb.) yönelik keşif veya tespit yapılmadığı gibi; bu işlemlerin yapılması için savcılık tarafından kolluk birimlerine sözlü veya yazılı bir talimat verilmemiş ve AİHM’in olay yerinde yapıldığını söylediği incelemeler olaydan tam 5,5 ay sonra yapılmıştır.

b. Ayrıntılı MOBESE Analizi Yapılmamıştır

Kararda MOBESE görüntülerinin analizi yapılmış denilse de; MOBESE bilgileri aile tarafından verilmiş ve Ankara’nın her yerinde bu sistem olmasına rağmen, Tunç’un sadece bir yerde göründüğü ifade edilmiştir. Eğer Tunç’un kaçırıldığı gün kim tarafından takip edildiğine ilişkin bir inceleme yapılmayacaksa, aracın seyahat anındaki görüntüsünün soruşturmaya ne katkısı olacaktır? Tunç’un o istikamete gitmediğine ilişkin bir iddia mı vardır ki, sadece kullandığı araca bakılmıştır? Hükümet cevabında da, bu konuyla ilgili inceleme yapıldığına ilişkin tek bir ifade yoktur.

c. Sadece Cep Telefonu Arama Kayıtlarına Bakılmış, Lokasyon Kayıtlarına Bakılmamıştır

Kararda Tunç’un kullandığı telefon numarası incelenmiş ve geçmiş görüşmeleri kontrol edilmiştir denilse de, böyle bir olayda öncelikle lokasyon kayıtlarına bakılması gerekirken, sadece arama kayıtlarına bakılmıştır. Kullandığı telefona ilişkin abonelik bilgisi de tam 10 ay sonra BTK’dan istenmiştir. Bunların hepsi de ailenin ısrarı sonucu araştırılmıştır. AİHM’in, olay günü üzerinde bulunan telefonla ilgili hiçbir bilgi ve ayrıntıya yer vermeyip kullandığı telefonu evde bıraktığını belirtilmesi de ilginç bir husustur (Par. 8)

d. Tanık Dinlenmemiştir

Aynı şekilde, tanıkların dinlendiği söylense de; ne soruşturma dosyasında ne de hükümetin cevabında dinlenen bir tanık vardır. Tanıklıkla ilgili tek husus, olaydan 5 ay sonra savcılığın tanık ifadelerinin alınmasına ilişkin yazdığı göstermelik yazıdır.

e. Şahsi Bilgilere Erişim Ailenin Çabasıyla Olmuştur

Karar da Tunç’un bulunması için özel ve kamu kuruluşlarının şahsi dosyalarına erişimi sağlanmıştır denilse de; bu bilgiler de ailesi tarafından bulunup soruşturma makamlarına verilmiş ve lokasyon bulunduktan 1 ay sonra kamera görüntüleri toplanmaya başlanmıştır. Türkiye’de kamera kayıtlarının 1 aydan daha kısa sürede silindiği ve aracın olaydan 4 gün sonra bulunduğu düşünüldüğünde, acaba bu gecikmenin sebebi nedir? Bu hususa da kararda hiç değinilmemesi bir başka ilginç durumdur.

f. Dosyaya Erişim Engellenmiştir

Dosyayla ilgili skandallar bunlarla da sınırlı değildir ve savcılık Tunç’un bulunmaması için her türlü gayreti göstermiştir. Zira Tunç ile ilgili kayıp dosyası, hakkında gizlilik kararı verilen örgüt dosyasıyla birleştirilmiş ve mağdur yakını vekillerinin dosyadan belge alma talebi kısıtlama kararı gerekçe gösterilerek reddedilmiştir. Dolayısıyla Tunç’un yakınlarının dosyaya erişimi engellenmiştir.

g. AİHM’in Hükümetten Savunma İstemesiyle Süreç Adeta Yeniden Başlamıştır

Ancak, Tunç’un kaçırıldığı 06/8/2019 tarihinden 24/01/2020 tarihine kadar yapılması gereken hiçbir şey yapılmazken; birden olay yeri incelemesi yapılmış, birleştirilen ve gizlilik kararı verilen kaybolma dosyası terör dosyadan ayrılarak yeni bir soruşturmaya kaydedilmiş, dosyadaki gizlilik kararı kaldırılmış ve Türkiye’de örneğine az rastlanır şekilde, savcı mağdur yakını vekillerine müzekkere yazarak, Tunç hakkında yürütülen suç soruşturması ile kaybolmasına ilişkin soruşturmanın ayrıldığını ve dosyadan bilgi-belge alabileceklerini bildirmiştir. Acaba ne olmuştur da birden “sihirli bir değnek” dosyaya değmiştir. Tahmin edeceğiniz üzere, 16/01/2020’de AİHM, Hükümetten başvuruyla ilgili savunma istemiştir. Tam da bu aşamada Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığı, Ancak, bunun amacı Tunç’un bulunması değil, AİHM’e soruşturmanın eksiksiz yapıldığı izlenimi vermektir. Savunama istenene kadar tek bir adım atmayan savcılık, sanki olay yeni olmuş gibi durumu kurtarmaya yönelik hamleler yapmıştır. Fakat AİHM bu hamleleri yemiş, sanki Türkiye’de daha önce kimse kaçırılmamış ve başvuru formunda bu konuya ilişkin örnek vakalar anlatılmamış da, bir Avrupa ülkesinde bir vatandaş kaybolmuş gibi soruşturmanın hiçbir eksiği olmadığını belirterek, tabiri caizse “siyah transporterlarla” adam kaçırılmasına izin vermiştir. Üstelik de bunu, Bulgaristan kararındaki; “belirli bir soruşturma usulünü izlemekteki kusur, soruşturmanın olayın şartlarını ve sorumlu kişileri saptama yeteneğine zarar verir” ifadesine atıfla yapmıştır.

3. AİHM Ne Yapmaya Çalışmaktadır?

Peki, AİHM’in “faili meşhurları” görmekten imtina ettiği bu kararını nasıl anlamak gerekir? AİHM, son olarak 427 hakim ve savcıyla ilgili kararında ortaya koyduğu kötü performansa devam etmiş ve varlık sebebini inkar eden karalardan birine daha imza atmıştır. AİHM’in, 15 Temmuz sonrası hak ihlallerini tespit konusundaki isteksizliği ve Hükümeti küstürmek istemediği bilinen bir gerçektir. Paylaşımlarımızda AİHM’e “Mahkeme-i Kübra” muamelesi yapılmaması, kaçış yolu bırakılmaması ve başvuruların eksiksiz olması konusundaki ısrarımızın sebebi de budur.

Ancak, AİHM’de bilmelidir ki; her kararında Hükümete de hoş görünmek için araya sıkıştırdığı cümle ve kelime oyunları ve ana ihlali zor da olsa görüp diğer ihlal iddialarını “mız mız çocuklar gibi ben bu ihlal iddialarını inceleyemem, benden bu kadar“ diyerek görmezden gelmesi hayretle izlenmektedir. 427 kişiyle ilgili kararında “konkordato” ilan eden AİHM, “iflas etmemenin” yolunu en iyi kendisi bilmektedir. Bakalım bu ısrarını daha ne kadar sürdürecektir.

Hak arama mücadelesinin zorluğu yanında AİHM’in bu akıl almaz kararlarıyla mücadele etmek de bize düşmüştür. AİHM’e bir kez daha hatırlatalım ki, biz bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz! Haklarımızı sonuna kadar alacak ve her türlü hukuksuzluğun üstesinden geleceğiz. Bu karar ve önümüzdeki günlerde vereceği kararlar, AİHM’in uzun yıllarda oluşturduğu insan hakları müktesebatını hukuksuz bir rejime feda edip etmeyeceğinin turnusol kağıdı olacaktır.

Dipnotlar:

[1]          B. No: 45801/19, 17/3/2022 https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-216574

[2]          Kolevi Bulgaristan Kararı, B. No: 1108/02, 05/11/2009, P.201