HİZB-UT TAHRİR KARARI BAĞLAMINDA, AYM’NİN UYGULADIĞI “AYRIMCI ADALET” VE “DÜŞMAN HUKUKU” ANLAYIŞI

1400

 

Makalenin Word Hali: HİZB-UT TAHRİR KARARI BAĞLAMINDA, AYM’NİN UYGULADIĞI “AYRIMCI ADALET” VE “DÜŞMAN HUKUKU” ANLAYIŞI

 

HİZB-UT TAHRİR KARARI BAĞLAMINDA, AYM’NİN UYGULADIĞI “AYRIMCI ADALET” VE “DÜŞMAN HUKUKU” ANLAYIŞI

Giriş

Bu makale de; Anayasa Mahkemesi’nin (AYM), Yargıtay’ın yirmi yıldır terör örgütü olarak kabul ettiği Hizb-ut Tahrir örgütünün yöneticisi olduğu iddiasıyla cezalandırılan bir kişiyle ilgili verdiği iki farklı hak ihlali kararında değindiği hususlar bağlamında, güncel yargılamalarda uyguladığı “ayrımcı adalet” ve “düşman hukuku” anlayışına yer verilmiştir.

A. İlk İhlal Kararı

Anayasa Mahkemesi (AYM), 2003 yılında TMK’da yapılan değişikliğe rağmen Yargıtay’ın terör örgütü kabul etmeye devam ettiği Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddiasıyla 07/4/2011 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nce cezalandırılan başvurucunun yaptığı bireysel başvuru da, yerel mahkemenin ve Yargıtay kararının gerekçelerini yeterli bulmayarak adil yargılanma hakkının ihlaline hükmetmiştir.[1] 

AYM, ihlal kararında şu hususlara yer vermiştir;

“…Eldeki başvuruya ilişkin mahkeme kararlarında da önceki mahkeme kararlarında da Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak ilgili ve yeterli bir değerlendirme yapılmamıştır (P.59).

Başvurucu tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya cevapsız bırakılmış ya da bunlara ilgili ve yeterli bir yanıt verilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır (P.60).

Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir (P.62).

B. İkinci İhlal Kararı

Aynı başvurucu hakkında, bu kez de İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 11/7/2018 tarihinde örgüt yöneticiliğinden mahkumiyet kararı verilmiş, başvurucunun AYM’nin yukarıdaki ihlal kararına atıfla yaptığı temyiz başvurusu reddedilerek yerel mahkeme kararı Yargıtay tarafından onamıştır. Onama kararı üzerine başvurucu tekrar AYM’ye bireysel başvuruda bulunmuş ve AYM’de aşağıdaki gerekçelerle tekrar ihlal kararı vermiştir;[2]

Anayasa Mahkemesi aynı mahiyetteki şikâyetleri Yılmaz Çelik (aynı kararda bkz. §§ 45-62) kararında incelemiştir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin kararlarında Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapılmadığını ve derece mahkemelerinin bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmediklerini tespit etmiştir. Anayasa Mahkemesi ilave olarak Hizb-ut Tahrir örgütünün bir terör örgütü olup olmadığına yönelik olarak derece mahkemelerinin ve Yargıtayın, başvurucunun temel iddiaları ile mahkemelerin resen tespit edecekleri ve yargılamanın doğasının gerektirdiği sorulara cevap verebilecek nitelikte gerekçe hazırlamaları gerekirken bunu yapmadıkları sonucuna ulaşmıştır. Bu gerekçeyle de Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (P.20).

İlk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyetine ilişkin kararının gerekçesi ile Yargıtay ilamı incelendiğinde Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine ilişkin olarak yeterli bir değerlendirme yapmadığı, gerekçelerin başvurucunun temel iddialarını karşılamadığı, mevcut başvuruda da anılan Yılmaz Çelik kararından ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir (P.21).

C. İhlal Kararları Bağlamında Güncel Yargılamaların Değerlendirilmesi

İhlal karalarından da anlaşılacağı üzere, AYM yirmi yıldır terör örgütü olarak kabul edilen Hizb-ut Tahrir’in, terör örgütü kabulünün tekrar tartışılmasını ve bir nevi yerel mahkemeden bu kabulü kaldırmasını istemiştir. Acaba AYM, aynı cesareti Gülen Hareketi mensuplarının başvurularında neden hiç gösterememektedir? Zira Hizb-ut Tahrir örgütü için yazdığı aşağıdaki gerekçeleri Gülen Hareketi için bugüne kadar hiç yazamamıştır.

1. Başvurucunun; “nihai amacımız hilafet devleti kurmak olsa da bu oluşum bir terör örgütü değildir” şeklindeki savunmasının gerekçeli olarak karşılanmadığını söyleyen AYM;[3]

Yargıtay tarafından daha dört yıldır terör örgütü olarak kabul edilen Gülen Hareketiyle ilgili yargılamalardaki sanıkların “anayasal düzeni ortadan kaldırmak amaçlarının bulunmadığı, hizmet hareketinin bir terör örgütü olmadığına” ilişkin savunmalarının karşılanmadığını söyleyememiştir.

2. Yargıtay’ın 2001 yılında terör örgütü kabul edip yirmi yıldır istikrarlı şekilde bu kabulü sürdürdüğü Hizb-ut Tahrir ile ilgili bu kabulün yeniden tartışılmasını isteyen AYM,

Konu Gülen Hareketi olunca, Yargıtay’ın 4 yıl önce verdiği, ancak onlarca usul ve esas hatasıyla dolu hukuka aykırı örgüt kabulünün tekrar tartışılmasını isteyememiştir.

3. Mensupları hakkında yirmi yıldır çok sayıda terör örgütü üyeliğinden mahkumiyet kararları verilen Hizb-ut Tahrir ile ilgili başvuruda; başvurucu hakkındaki soruşturma ve yargılama süreçlerinde bahse konu örgütün ideolojisi, savunduğu fikirler ve eylem tipi değerlendirmeye tabi tutulmamış; önceki mahkeme kararlarında Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olarak kabul edildiği olgusundan hareket edilerek başvurucunun söz konusu örgütün üyesi olup olmadığı üzerine yoğunlaşılmıştır (P.36)” diyerek, yerel mahkemenin; Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğu olgusundan hareket etmesini ve Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olup olmadığı hususunu tekrar değerlendirmeden sadece sanığın bu örgütün üyesi olup olmadığı noktasına yoğunlaşmasını eksiklik olarak gören AYM;

Gülen Hareketiyle ilgili olarak; Yargıtay’ın üstelik ilk derece mahkemesi olarak verdiği tek bir kararla yapılan silahlı örgüt kabulünün esas alınıp, yalnızca Gülen Hareketine mensup olduğu için on binlerce kişinin mahkum edilmesine ve mahkumiyet kararlarında da, bu kişilerin sadece Gülen Hareketi mensubu olup olmadıklarına bakılmasına ses çıkarmamıştır.

4. Hizb-ut Tahrir’le ilgili ilk kararında, başvurucunun; “Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü kabul edildiği emsal kararda, “somut eylemin” örgüt kabulüne esas alınması gerekirken, örgütün amacı gibi hususların esas alındığına” ilişkin savunmalarının karşılanmadığını kabul eden AYM,[4]

Gülen Hareketinin silahlı örgüt olarak kabul edildiği 16. Ceza Dairesinin kararında, somut eylem olarak iki hakimin verdiği kararlar yerine, bu yargılamayla ilgisi olmayan 15 Temmuz eylemlerinin örgüt kabulüne esas alınmasına acaba neden göz yummaktadır?

5. 2009’da Hizb-ut Tahrir’e ait 1 adet uzun namlulu silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca ele geçirildiğini, örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde silahlanabileceklerini değerlendiren Emniyet Genel Müdürlüğü raporuna itibar etmeyen AYM,[5]

Gülen Hareketi ile ilgili yargılamalarda, MİT veya Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen her raporu ve değerlendirmeyi mahkemelerin mutlak hakikat ve kesin delil olarak kabul etmelerine neden sessiz kalmaktadır?

6. Hizb-ut Tahrir’e ait evlerde silah ele geçirildiğini kabul eden, ancak ele geçen silahların somutlaştırılmadığını ve mevcut yargılamayla ilgisinin kurulmadığını, silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın akıbetinin araştırılmadığını ve silahların Hizb-ut Tahrir yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığının tartışılmamasını eksiklik olarak gören AYM,[6]

2015 yılında başlayan ve esas olarak iki hakimin görevi kötüye kullanma suçundan yargılandığı bir davada, iddianame konusu olmayan ve olması da mümkün bulunmayan 15 Temmuz 2016 tarihli olaylar ve bu olaylarda kullanılan silahlar ile mevcut yargılamanın ilgisinin nasıl kurulduğunu, bu silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların akıbeti belli değilken ve 15 Temmuz yargılamaları devam ederken, bu silahlarla Gülen Hareketinin bağlantısının nasıl kurulabildiğini sorgulamamış ve bu durumu eksiklik olarak görmemiştir.

7. Hizb-ut Tahrir’in nihai amacının hilafet devleti kurmak yani, anayasal düzeni değiştirmek olduğunu bildiğini, bu amacı bilerek ve isteyerek Hizb-ut Tahrir’e katıldığını ve bu amaca erişmek için faaliyet yürüttüğünü kabul eden başvurucu hakkındaki mahkumiyet gerekçesini yeterli bulmayan AYM,

Gülen Hareketi ile ilgili yargılamalarda; anayasal düzeni değiştirmek gibi bir nihai amaçlarının olmadığını, böyle gizli bir amaç varsa dahi bilmediklerini ve Gülen Hareketi olarak adlandıran sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarını belirten sanıkların mahkumiyet gerekçelerini hiç sorgulamadığı gibi bu gerekçeleri gayet makul ve yeterli bulmuştur.

8. Yargıtay’ın, Hizb-ut Tahrir’i yirmi yıldır terör örgütü kabul ettiğini bildiğini, bu kabulü bilerek ve anayasal düzeni değiştirmek amacıyla bu oluşuma girdiğini ve “Hizb-ut Tahrir’in İslam’ın bütün kurum ve kurallarıyla yeryüzünde egemen olması için hilafet devletini kurma amacını taşıyan, kökten değişimci (radikal) bir örgüt olduğu konusunda bir itirazı bulunmadığını (P.46)” belirten başvurucu hakkındaki mahkumiyet gerekçelerini yeterli bulmayan AYM,

Yargıtay’ın (yanlış ve hukuka aykırı kararıyla) 26/9/2017’de Gülen Hareketini terör örgütü kabul etmesine rağmen, Gülen Hareketi mensuplarının bu tarihten önceki yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle yargılanmalarını görmezden geldiği gibi; Yargıtay’ın kabulünden önce de bu oluşumun terör örgütü olduğunu ve yargının bile çok gizli olduğunu ve çok az sayıda kişinin bildiğini söylediği nihai amaçtan bu kişilerin haberdar olduklarını kabul eden yerel mahkeme gerekçelerini yeterli bulmuştur.

9. Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî Sözcüsü olan ve Anayasa’nın Cumhuriyete ilişkin değiştirilemez maddelerine rağmen hilafet devleti getirmek amacıyla örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul eden sanığın faaliyetlerini terör örgütü üyeliği için yeterli bulmayan AYM,[7]

Gülen Hareketiyle ilgili yargılamalarda; bankaya para yatırma, çocuğunu özel okula gönderme, Bylock kullanma, burs verme, sendikaya üye olma, gazete aboneliği gibi yasal faaliyetlerin terör örgütü üyeliğine gerekçe yapılmasına sessiz kalmıştır.

10. 2009 yılında çok sayıda silah ele geçirilse de, kurulduğu 1967 yılından 2016 tarihli son Emniyet Genel Müdürlüğü raporuna kadar silahlı eyleme karışmadıkları için Hizb-ut Tahrir ile ilgili terör örgütü kabulünü gerekçesiz bulan AYM,[8]

Gülen Hareketinin 1966’dan 15/7/2016’ya kadar silahlı hiçbir eyleme karışmadığı Yargıtay tarafından da kabul edilmesine rağmen, 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu’nun bu tarihten önceki MİT krizi, 17/25 operasyonları ve MİT tırları gibi olaylar ile MGK, Devlet ve Hükümet yetkililerince yapılan açıklamaları Gülen Hareketinin silahlı örgüt kabulünde esas almasına ses çıkarmamıştır.[9]

11. Nihai amacı hilafet devleti kurmak olan Hizb-ut Tahrir için; “iktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmaları beklenir” diyerek çok ince hassasiyet gösteren AYM,[10]

Gülen Hareketinin yargı tarafından terör örgütü kabul edilmesinden önce bazı kamu makamları (MGK, EGM, MİT), devlet ve hükümet yetkililerince yapılan özensiz açıklamalara ve bu açıklamaların başta kendisi olmak üzere, 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu tarafından da dikkate alınmasına karşı aynı hassasiyeti hiçbir şekilde göstermemiştir.

12. Hizb-ut Tahrir’in silahlı bir örgüt olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini ve 1967 yılından beri silahlı eyleme karışmadığını belirten başvurucunun bu savunmalarının karşılanmadığını kabul eden AYM,[11]

Gülen Hareketi mensuplarının, “FETÖ/PDY” adı verilen bir terör örgütüne değil, Gülen Hareketi adlı sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarına, bu oluşumun da şiddet yanlısı olmadığına ve 1966’dan beri Türkiye’de ve Dünya’da hiçbir şiddet eylemine karışmadıklarına ilişkin savunmalarının karşılandığını kabul etmiştir.

13. Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü kabulünde; örgütün çok sayıda silaha sahip olmasının değil; “silahlı eyleme karışıp karışmadığı ve şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığı” olgusunun değerlendirilmesi gerektiğini belirten AYM,[12]

Gülen Hareketinin terör örgütü kabulünde; “cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin bir ihtimalin” yeterli olduğunu kabul ederek; “Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuk” ile “silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması” şeklindeki 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu’nun gerekçelerini makul ve yeterli bulmuştur.[13]

14. Hizb-ut Tahrir kararında; suçun hukuka aykırılık, maddi ve manevi unsurlarına ilişkin iddiaların uygun bir şekilde değerlendirilmemesini ve bazı şablon ifadelere yer verilmesini gerekçeli karar hakkının ihlali kabul eden AYM,[14]

Gülen Hareketi söz konusu olunca;

Suçun manevi unsurunun hiç değerlendirilmemesini veya “bilmesi gerekir” gibi varsayımlarla bu unsurun varlığını kabul eden gerekçeleri,

15 Temmuz olaylarına ilişkin şablon değerlendirmeleri kopyala yapıştır şeklinde yazarak Gülen Hareketinin tüm mensuplarına mal eden gerekçeleri,

Suçun maddi unsuru olan hiyerarşik yapıya dahil olmayı; “Bylock kullanıyorsa dahildir, Bank Asya’ya para yatırmışsa dahildir, dernek üyesiyse dahildir” gibi basmakalıp ifadeler bağlayan gerekçeleri ve

Tatbikata gittiğini sanarak hareket eden askeri öğrencilerin içinde bulunduğu hukuka uygunluk nedenlerini göz ardı eden gerekçelerini yeterli görmektedir.

15. Hizb-ut Tahrir kararında; ilk derece mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini isteyen AYM;

Gülen Hareketi söz konusu olunca; “ankesörle aranmayı, çocuklarını okula göndermeyi ya da cüzdanında 1 dolar bulunmasını” örgütle ilişki kabul eden mahkeme gerekçelerini ikna edici bulmuştur.

16. Hizb-ut Tahrir kararında; yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesini adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlali olarak kabul eden AYM,[15]

Hukuka aykırı olarak elde edildiği Ceza Genel Kurulu’nun 20/12/2018 tarihli kararıyla[16] da itiraf(!) edilen Bylock ve TCK’nın 138. maddesi gereğince suç oluşturacak şekilde saklanan iletişim bilgilerinin hukuka aykırı delil olduğuna ilişkin iddiaları hiç dikkate almamıştır. Acaba, “hukuka aykırı delillerin hükme esas alınması, yargılamanın sonucunu değiştirmez” şeklinde hukuka aykırı bir düşünceye mi sahiptir?

17. Hizb-ut Tahrir ile ilgili başvuruda; “adil bir muhakeme bakımından asıl önemli hususlardan biri tarafların adaletin işleyişine olan güveni (P.61)”dir diyen AYM,

Gülen Hareketi söz konusu olunca; dünyada eşi benzeri görülmemiş şekilde 1 milyon kişiye “FETÖ/PDY” soruşturma ve kovuşturması açarak hukuka ve adalete olan güveni sıfırlayan yargıya ses çıkarmamıştır.

18. Hizb-ut Tahrir’e ait yayınlarda zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı olan ve dış dünyaya yansıyan suç teşkil eden bir davranışa rastlanmadığını belirterek, yirmi yıldır Yargıtay’ın terör örgütü kabul ettiği bu yapının örgüt olup olmadığının yeniden araştırılmasını isteyen AYM,[17]

İlahiyat camiasının zamanında referans gösterdiği ve insanların kütüphanelerinde bulundurdukları tefsir, hadis ve dua kitapları, hiçbir şiddet içermemelerine rağmen, emniyet müdürlüklerince örgütsel doküman olarak basına servis edilmesiyle ilgili her hangi bir hak ihlali bulmamıştır.

19. Hizb-ut Tahrir’in; “Türkiye’de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı olması durumunda bile silaha başvurmayacaklarını ve şiddeti bir yöntem olarak benimsemedikleri (P.53)” şeklindeki açıklamasını dikkate alarak, terör örgütü üyeliğinin yeniden tartışılmasını isteyen AYM,

Hayatları boyunca hiçbir şiddet eylemine karışmamış ve ellerine bir kez bile silah almamış kişilere ters kelepçe takılarak TV ekranlarına ve basına silahlı örgüt üyesi olarak servis edilmelerinde de, örgüt ve örgüt üyeliği kavramlarının yeniden tartışılmasını isteyebilecek midir?

Sonuç

AYM’nin bu kararından anlaşılması gereken şudur; her şey konjonktüre bağlıdır ve AYM daha önce verdiği kararlarının tam zıddını her zaman verebilir. Zira yirmi yıldır terör örgütü kabul edilen Hizb-ut Tahrir için örgüt kabulünü tekrar tartış ve gerekirse kaldır demiştir ve Gülen Hareketi için de aynı şeyleri söylemesi pekala mümkündür. Bu nedenle, ümitsizliğe düşmeden hukuki mücadele devam ettirilmelidir. Çünkü ortada hukuken verilmiş bir silahlı örgüt kararı olmadığı gibi bu örgütün mensubiyeti olma suçu da yoktur. Şeklen verilen, ancak için de onlarca usul ve esasa ilişkin hata barındıran örgüt kabul kararı ise hukuk geri geldiğinde ilk önce çöp olacaktır.

Burada bir konunun izahın da fayda vardır. TMK’da 2003’te yapılan değişikliklerden sonrası Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” olarak kabulü doğru değildir ve bu konuya ilişkin geniş açıklama kitabımızda mevcuttur. AYM’nin Hizb-ut Tahrir konusundaki ihlal kararı ve gerekçeleri ise doğrudur. Yanlış olan Yargıtay’ın bu konuda verdiği karardır. Eleştirdiğimiz husus; AYM’nin Hizb-ut Tahrir için hukukun gereğini yaparak Yargıtay kararını dikkate almayıp, konu Gülen Hareketi olunca Yargıtay’ın bir tane tartışmalı kararına mutlak doğru muamelesi yapmasıdır. Doğru olan, AYM’nin Hizb-ut Tahrir kararında ortaya koyduğu ilke ve gerekçelere tüm dosyalarda yer vermesidir.

DİPNOTLAR:

[1] AYM’nin Yılmaz Çelik kararı, B.No: 2014/13117, 19/7/2018; https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/13117?BasvuruAdi=y%C4%B1lmaz+%C3%A7elik

[2] AYM’nin Yılmaz Çelik kararı, B.No: 2020/5280, 08/9/2021; https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5280?BasvuruAdi=y%C4%B1lmaz+%C3%A7elik

[3]        “Başvurucu; yargılamanın aşamalarında Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul etmiştir. Başvurucu, örgüte isnat edilen dokümanların sorumluluğunu kabul etmemiştir. Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir örgüt olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini, cebir, şiddet veya baskı yöntemini benimsemediğini, resmî kurumların da bunu bildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, savunmasında Hizb-ut Tahrir örgütünün amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini sağlamak olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, düşüncelerini şiddete başvurmadan ve bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etmiştir.” (İlk ihlal kararı P.11)

[4]          “Başvurucu; Hizb-ut Tahrir’e üye olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını, anılan oluşumun şiddet yanlısı bir örgüt olmadığı için terör örgütü sayılamayacağını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları şu şekilde özetlenebilir:

Başvurucu; Hizb-ut Tahrir hakkında pek çok bilimsel çalışma yapıldığını, örgütün hiçbir şiddet ve terör eyleminde bulunmadığını ve cihat kavramını silahlı mücadele olarak değerlendirmediğini belirtmiştir. Başvurucuya göre açılan kamu davalarında örgütün zor ve şiddet kullandığına ilişkin herhangi bir somut kanıt elde edilememiştir. Hizb-ut Tahrir hakkındaki ilk karar olan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/2004 tarihli kararı daha sonraki kararlara emsal oluşturmuş ise de bu kararda Yargıtay, somut eylemi değil örgütün amacını gözeterek sonuca ulaşmıştır.” (İlk ihlal kararı P.33)

[5]          “Emniyet Genel Müdürlüğünden Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı terör örgütü olarak kabul edilmesine dayanak olan bilgi ve belgeler ile mahkeme kararları Anayasa Mahkemesince istenmiştir. 24/2/2017 tarihli kapsamlı raporda özetle aşağıdaki hususlara değinilmiştir:

vii. Örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından raporun hazırlandığı tarihe kadar geçen süre içinde örgüt, silahlı eyleme karışmamıştır. Örgüte yönelik gerçekleştirilen soruşturma ve kovuşturmaların tamamının örgüt propagandası yapma, örgüte eleman kazandırmak için çalışma, örgütsel dokümanları basma ve dağıtma, örgüt adına internet üzerinden yayın yapma, örgütsel toplantılar yapma suçlamaları nedeniyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır. 2009 yılında yapılan bir operasyonda 1 adet uzun namlulu silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca ele geçirilmiştir.

viii. Örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde silahlanabilecekleri değerlendirilmektedir. (İlk ihlal kararı P.23)

[6]          “Bununla birlikte yukarıda alıntılanan kararda “müstakar içtihatların” hangileri olduğu açıklanmadığı gibi örgüte yapılan operasyonda silah ele geçirildiği şeklindeki gerekçe de somutlaştırılabilmiş ve mevcut yargılamayla ilgisi kurulabilmiş değildir. Emniyet raporlarında 2009 yılında yapılan bir operasyonda bazı silahların ele geçirildiği bildirilmiş ise de söz konusu silahlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmanın akıbeti, silahların Hizb-ut Tahrir yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığı, ilgisi varsa söz konusu silahların örgütü bir terör örgütü olarak nitelendirmeye ve başvurucuyu terör örgütü üyesi olarak kabul etmeye elverişli olup olmadığı yönünden tartışılmamış; başka bir mahkeme kararında tartışılmış ise o karar da gösterilmemiştir.” (İlk ihlal kararı P.56)

[7]          “Başvurucu; yargılamanın aşamalarında Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul etmiştir.” (İlk ihlal kararı P.11)

[8]          “Bu kapsamda emniyet raporlarına göre örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmaktadır. Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında yöneltilen isnat; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için çalışmak, örgütsel dokümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet üzerinden yayın yapmak, örgütsel toplantılar yapmaktır.” (İlk ihlal kararı P.51)

[9]          16 Ceza Dairesi Kararı: “…Ancak bu değerlendirme yapılırken, 2012 yılı ve sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapılan operasyonlar gibi, örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar sonrasında; Milli Güvenlik Kurulu’nun, 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde “hizmet hareketi” adlı, legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip, kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da göz ardı edilmemesi gerekir.” Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararı.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararı: “…Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.”

Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da göz ardı edilmemesi gerekir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 T., 2017/16. MD-956 E., 2017/370 K. sayılı kararı.

[10]   “…İktidarın meşru yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli yapmaları beklenir.” (İlk ihlal kararı P.57)

[11]       “…Örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına kadar geçen süre içinde anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı anlaşılmaktadır.” (İlk ihlal kararı P.57)

[12]       “…Terör örgütlerinin söz konusu olduğu durumlarda ilk olarak değerlendirilmesi gereken, örgütün temel haklar kapsamında kaldığı iddia edilen fikirleri değil amaçlarına ulaşmak için anayasal bakımdan korunması mümkün olmayan şiddet yöntemlerine başvurup başvurmadığıdır.” (İlk ihlal kararı P.35)

[13]       Ceza Genel Kurulu Kararı: “a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir.”

Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte;”

“…Tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314’üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğu izahtan varestedir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 T., 2017/16. MD-956 E., 2017/370 K. sayılı kararı

Ceza Dairesi Kararı: “Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararı.

[14]       “Suçun hukuka aykırılık unsuru ile maddi ve manevi unsurlarına, suça etki eden nedenler ile özel görünüş biçimlerine ilişkin iddiaların mahkemece dikkate alınması ve uygun bir şekilde değerlendirilmesi gerekebilir. Sanıklar tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu etkileme ihtimali bulunan bu tür iddiaların dikkate alınmaması veya gereği gibi değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkını zedeleyebilir. Mahkemenin sanığın hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarını dikkate aldığından söz edilebilmesi, önemli ölçüde gerekçenin bu iddialara cevap verebilecek nitelikte hazırlanması ile mümkündür.” (İlk ihlal kararı P.42)

“Başvurucu tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya cevapsız bırakılmış ya da bunlara ilgili ve yeterli bir yanıt verilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır.” (İlk ihlal kararı P.60)

[15]       “Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.” (İlk ihlal kararı P.62)

[16]       Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/12/2018 T., 2018/16-419 E., 2018/661 K. sayılı kararı.

[17]       “Hizb-ut Tahrir bilgi notlarında, örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara aykırı, dış dünyaya yansıtılan suç oluşturucu bir davranışa rastlanmadığı ifade edilmektedir. Üstelik başvurucunun iddiasına göre örgüt; Türkiye’de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı olması durumunda bile silaha başvurmayacaklarını, şiddeti bir yöntem olarak benimsemediklerini açıklamıştır. Buna rağmen önceki kararları veren mahkemeler de eldeki başvuruya ilişkin kararları veren mahkemeler de bu hususları gözeterek bu örgütün 5237 sayılı Kanun anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup oluşturmadığını değerlendirmemişlerdir.” (İlk ihlal kararı P.53)