AMİRALLERİN BİLDİRİSİ BAĞLAMINDA DARBE TEŞEBBÜSLERİNİN HUKUKİ DEĞERLENDİRİLMESİ
1. Genel Olarak
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, emekli amirallerin yayınladıkları bildiriyi “darbe hazırlığı” kabul ederek TCK’nın 316. maddesinden soruşturma başlatmıştır. Acaba, 316. maddeden soruşturma başlatılması hukuka uygun mudur?
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere, TCK’da “darbe veya ihtilal yapmak” şeklinde bir suç yoktur. Zira TCK’nın 302. maddesinde Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, 309. maddesinde Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs, 311. madde de TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs ve 312. maddede de Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçları düzenlenmiştir. Bu dört suçun Devletin silahlı kuvvetlerine mensup kişilerce işlenmesi “darbe” veya “ihtilal” olarak adlandırılmaktadır. Yani, bu dört suçu darbe suçuna dönüştüren tek fark, suç faillerinin meslekleridir.
Başsavcılık, amirallerin TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerindeki suçları işlemek üzere anlaştıklarını kabul edip TCK’nın 316, yani “suç için anlaşma” suçunun oluştuğunu kabul etmiştir. Oysaki 15 Temmuz savcılarının akıl hocalığını yapan sn. Ersan Şen’e göre bu soruşturma TCK’nın 314. maddesinden açılmalıdır. Çünkü Şen, darbe suçları olarak bilinen TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerindeki suçların, ancak TCK’nın 314. maddesi kapsamındaki silahlı örgütler tarafından işlenebileceğini iddia etmektedir.
2. Ersan Şen’in Konuya İlişkin Değerlendirmesi
Ersan ŞEN, bugün yayımlanan “Suç İçin Anlaşma Suçu Kapsamında Darbeye Teşebbüs Suçları” başlıklı makalesinden birkaç cümle şöyle: (1)
“Kanaatimizce; “darbe suçları” olarak bilinen TCKm.302’de düzenlenen “Devletin ülke ve bütünlüğünü bozmak”, TCKm.309’da düzenlenen “Cebir ve şiddetle anayasayı ihlal”, TCKm.311’de düzenlenen “Yasama organını cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs” ve TCKm.312’de tanımlanan “Hükümeti cebir ve şiddetle devirmeye teşebbüs” suçları, tanım ve unsurları, ağırlıkları ve karmaşık yapıları itibariyle ancak örgütlü yapılar tarafından işlenebilir.
Burada ön plana çıkabilecek sorun, Anayasa ile kurulu düzene ve Devletin güvenliğine karşı işlenen suçlarda, TCK m.314’de belirtilen silahlı örgütün, yani terör örgütünün varlığına ihtiyaç olup olmadığıdır. Bizce, Anayasa ile kurulu düzene ve Devletin güvenliğine karşı suçların işlenebilmesi için örgütlü yapılanma şarttır. Örgütlü bir yapı olmaksızın, Anayasa ile kurulu düzene ve Devletin güvenliğine karşı suç işlenebilmesi mümkün değildir.
TCKm.302, 309, 311 ve 312, askeri silah gücü ve örgütlü bir teşkilatlanma olmaksızın işlenmesi mümkün olmayan suçlardır.
Silahlı örgüt mevcut olmadan, suç için anlaşmak suretiyle amaç suçların hazırlık hareketlerinin gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını, bu tespitlerimizin mefhum-u muhalifinden, “darbeye teşebbüs suçu” olarak da bilinen Anayasayla kurulu düzene, Hükümete veya Meclise karşı işlenen suçlardan birisinin veya birkaçının gündeme geldiği bir durumda, ortada bu suçları işlemeyi amaçlamış silahlı bir örgütün olması gerektiğini ifade etmeliyiz..”
Sn. Şen’in bu yazısını, tek bir cümleyle “amaç suç örgütsüz işlenemez” şeklinde özetlemek mümkündür. Biz bu yazının hukuki olmadığını ve ihtilalci yapılanmaların TCK’nın 316. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini daha önce açıklamıştık. (2) Anayasal düzeni değiştirme tehlikesi yaratabilecek her matuf eylem faili için TCK’nın 302 ila 312. maddesindeki suçlar (darbe suçları) oluşabilir. İster bir örgüte mensup olsun isterse olmasın. Yeter ki eylem elverişli icra başlangıcı niteliğinde bulunsun. Madımak Oteli kararı bunun en bilinen örneğidir.
3. Örgütlü Yapılar ile Suç İçin Anlaşma Arasındaki Farklar
Aynı soruyu başka bir açıdan tekrar soralım; Devletin silahlı gücüne mensup olup darbe “hazırlığı yapan” veya darbeye “teşebbüs” eden kişilerin oluşturduğu yapılanmalar sn. Şen’in iddia ettiği gibi TCK’nın 314 mü, yoksa bizim açıkladığımız gibi 316. madde kapsamında mı değerlendirilmelidir? Bu ayrımı yaparken, “darbeye hazırlık” yapmak ile “darbeye teşebbüs” etmenin, bu yapılanmanın hukuki niteliğini değiştirip değiştirmeyeceği sorusunun önemli olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Silahlı örgüt (m.314) ile suç için anlaşma (m.316) suçlarında amaç suçlar aynı olup bunlar; Devletin Birliğini Bozmak, Anayasal Düzeni Değiştirmek, TBMM veya Hükümeti Ortadan Kaldırmaktır. Amaç suçları aynı olsa da, bu iki yapılanmanın nitelikleri tamamen farklıdır. Zira birinde “örgütlenme”, diğerinde “anlaşma” vardır. Birinde “örgüt” zorunlu iken, diğerinde genellikle “iştirak” ilişkisi mevcuttur.
Örgütlü yapılarda amaç suçun; “süreklilik” anlayışı içinde, “belirsiz zamanlarda ve belirsiz sayıda” işlenme gayesi vardır. Amaç suçu “bir kez” işlemek amacıyla bir araya gelen topluluklar örgüt kabul edilemez. TCK’nın 314. maddesi kapsamındaki silahlı örgüt mensupları, nihai amaçlarına ulaşıncaya kadar süreklilik arz edecek şekilde ve belirsiz sayıda amaç suçu işlemek üzere anlaşan kişilerdir.
İhtilalcı yapılanma mensupları arasında ise; önceden belirlenen bir günde ve belirli bir suçu işlemek üzere yapılan bir anlaşma vardır. İhtilalcı yapılanmaların amacı “tek bir darbeye teşebbüs” suçunu işlemektir. İhtilalcı yapılanmalarda bazen yıllarca süren plan ve organizasyon aşaması tek bir darbe suçunu işlemek içindir. Bu nedenle, ihtilalcı yapılanma olarak adlandırdığımız ve amaç suçu darbe olan silahlı kuvvetler mensuplarının oluşturduğu yapılanmalar “örgüt” değil “iştirak” birlikteliğidir. Örneğin, PKK 1977 yılından beri değişik zamanlarda ve çok sayıda “süreklilik” arz edecek şekilde TCK’nın 302. maddesindeki suçu işlemiştir ve işlemeye devam etmektedir. Bu nedenle, PKK TCK’nın 314. kapsamında silahlı bir örgüttür. Buna karşılık, Balyoz da dâhil olmak üzere başarısız tüm darbe girişimleri silahlı örgüt olarak değil, suç için anlaşma (gizli ittifak) olarak kabul edilmiştir. (3)
İhtilalcı yapılanmaların silahlı örgüt olarak kabul edilememesinin diğer iki nedenini de şunlardır;
–Silahlı örgütlerin kendilerine ait hiyerarşik yapısı ve emir komuta zinciri bulunurken; ihtilalcı yapılanmada, silahlı kuvvetler içinde bulunan yasal hiyerarşiyi kullanma konusunda yapılmış bir anlaşma vardır. Silahlı örgütler, kendi mensuplarıyla hareket ederken; ihtilalcı yapılanmalar, kendi mensubu olmayan ve hatta ittifaktan haberi dahi olmayan yasal bir yapılanmaya mensup kişilerin kendisine itaat edeceği inancıyla hareket eder.
–Silahlı örgütler, amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli nitelikte silahlanmış yapılanmalardır. İhtilalcı yapılanma ise devletin güvenlik güçlerinin tasarrufunda bulunan silahların kullanılması hususunda bir planlama ve anlaşma içindedir. İhtilal harekâtında kullanılması düşünülen bu yasal silahların ne kadarının bizzat ihtilalda kullanılacağı ise harekât günü belli olur. Zira hiyerarşiye karşı çıkan bazı kuvvetler, sahip oldukları silahları ihtilalcı yapılanmanın emrinde değil, ona karşı da kullanabilir.
4. İhtilalcı Yapılanma ve 15 Temmuz Yargılamaları
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, amaç suçu darbe olan ihtilalcı bir yapıya silahlı örgüt denilemez. Peki, o halde ihtilalcı yapılanma kapsamında gerçekleştirilen 15 Temmuz olaylarının silahlı örgüt kapsamında değerlendirilmesinin ve Gülen Hareketinin silahlı örgüt kabul edilmesinin sebebi nedir? Ya da, neden darbeye teşebbüs ettiği iddia edilen Gülen Hareketi TCK’nın 314. maddesi kapsamında değerlendirilirken, darbe hazırlığı yaptığı iddia edilen amiraller 316. madde kapsamında değerlendirilmiştir?
Bu soruya, “biri daha anlaşma aşamasında, diğeri darbeye teşebbüs etti” şeklinde bir cevap verilemez. Zira amaç suça teşebbüs edilmesi bir yapılanmanın niteliğini değiştiremez. Yani, amaç suça teşebbüs edilmesi “iştirak” ilişkisini “örgüte” çeviremez. Bir yapılanmanın, amaç suça teşebbüs edene kadar 316, teşebbüs edince 314. madde kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin bir yorum da hukuki değildir. Çünkü her iki yapılanmaya mensup kişilerin de amaç suçun icra hareketlerine başlaması, yani darbeye teşebbüs etmesi mümkündür. TCK’nın 316/2. maddesindeki; “amaçlanan suç işlenmeden önce bu ittifaktan çekilenler” ifadesi ile madde gerekçesindeki; “bu madde kapsamına giren suçların icrasına başlanmamış olsa bile, …anlaşma dolayısıyla cezaya hükmedilebilecektir” ifadesinden, amaç suçların icrasına başlandığında da TCK’nın 316. maddesinin uygulanacağı sonucu çıkmaktadır.
Kısaca; amaç suça teşebbüs edilip edilmemesi, bir yapının hukuki niteliğine (314 veya 316 olmasına) etki etmez. Zira failin içinde bulunduğu yapının silahlı örgüt veya suç için anlaşma olması ile bu yapı içinden birilerinin amaç suça teşebbüs etmesi ayrı konulardır.
Yine, bu soruya; “Gülen Hareketi bunu yapacak güçte olduğunu gösterdi” şeklinde de cevap verilemez. Zira “elverişlilik”; hem 314, hem de 316. maddede düzenlenen suçun unsurudur ve her iki oluşum da amaç suçu işleyecek güçte olmalıdır. Aksi halde, ne 314, ne de 316. maddedeki suçlar oluşmaz. Darbe yapmak için anlaştığı iddia edilen amiralleri 316. madde kapsamında değerlendirmek, bu kişilerin darbeyi başaracak güçte olduklarını da kabul etmek anlamına gelir. Yani, (iddia edildiği gibi) Gülen Hareketini amaç suça teşebbüs ettiği için silahlı örgüt (TCK m.314), amiralleri henüz amaç suça teşebbüs etmedikleri için suç için anlaşma (TCK. m.316) kapsamında değerlendirmek hukuki değildir.
15 Temmuz yargılamalarının 314, amirallerin 316. madde kapsamında değerlendirilmesinin nedeni yargıdaki çifte standarttır. Bilgisizlik demek istemiyorum. Zira her savcının, TCK’nın 314 ve 316. maddelerindeki suçların unsurlarını ve ihtilalcı yapılanmaların niteliğini bileceğini varsayıyorum. Sn. savcının, 15 Temmuz yargılamalarının akıl hocalığını yapan sn. Şen in görüşlerine itibar ediyorsa, bu soruşturmayı da TCK’nın 314. maddesinden açması, itibar etmiyorsa 15 Temmuz yargılamalarının neden TCK’nın 314. maddesi kapsamında yapıldığını hukuki bir zeminde açıklaması gerekir.
5. Amirallerin Durumu 316. Madde Kapsamında Değerlendirilebilir mi?
Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, amirallerin (darbeye teşebbüs etseler dahi) TCK’nın 314. madde kapsamında değerlendirilemeyeceğinde bir şüphe yoktur. Acaba, bu kişilerin 316. madde kapsamında değerlendirilmeleri doğru mudur?
316. maddedeki suçun oluşması için iki koşulun varlığı yeterlidir; “amaç suç” ve “elverişli vasıta” konularında anlaşmak. İlk olarak, amirallerin amaç suç kabul edilen darbe yapmak için anlaştıkları tespit edilmelidir. Soruşturma savcısının imzalanan bildiriden, imza sahiplerinin niyetinin darbe olduğunu çıkardığını anlıyoruz.
İkinci olarak, amaç suçu işlemeye elverişli vasıta konusunda, yani darbenin başarılı olmasına yetecek kadar asker ve silahı harekete geçirme konusunda anlaşmaya varmış olmalıdırlar. Bu da, bu amirallerin darbe yapma güç ve yeteneğine sahip olması anlamına gelir ki; sn. savcının bu gücü de gördüğü anlaşılıyor.
Sonuç
1961, 1971, 2003’teki Balyoz darbe girişimlerini ve 104 generalin bildirisini TCK’nın 316. maddesi kapsamında değerlendiren Türk yargısı, 15 Temmuz darbe girişimini de TCK’nın 316. maddesi kapsamında değerlendirmeli ve bu yanlışta ısrar etmemelidir.
104 generalin bildirisini TCK’nın 316. maddesi kapsamında değerlendiren Ankara Cumhuriyet başsavcılığı ve bunun bir darbe girişimi olduğunu A habere bağlanarak dile getiren Yargıtay 9. Ceza Dairesi üyesi Ali DOĞAN’ın ifadeleri dikkat çekicidir. Zira “Ergenekon, Balyoz davaları kumpastır ve her şey sahtedir” diye yaygara koparıp, ses kayıtlarında açıkça darbeyi dile getiren dönemin generali Çetin Doğan’ın beyanlarını da göz ardı ederek, akla ziyan bir kararla bir darbe planı için yalnızca 8 kişiyi sorumlu tutan ve diğer tüm sanıkların beraatına karar veren zihniyet aynıdır. Ben bunlara “15 Temmuz yargıç ve savcıları” diyorum.
Savcının iddiasına göre; darbe bildirisini imzalayan 104 generalin büyük çoğunluğu Ergenekon ve balyoz davalarında yargılanmış ve darbe suçundan beraat etmiş kişilerdir. “15 Temmuz yargıçları” komplekslerinden vazgeçip, halen Yargıtay incelemesinde bulunan Balyoz ve beraat kararı verilen Ergenekon davasını inceleyerek, bildiride imzası bulunan 104 generalin bu dosyalardaki pozisyonlarını belirleyip, bu dosyalarda adı geçen ve halen görevde bulunan askerlerle varsa irtibatlarını araştırmalıdırlar.
Eğer balyoz bir kumpas idiyse, yani balyozda adı geçen generallerin görevde iken darbe gibi bir amaçları yok idiyse, aynı generallerin emekli olduktan sonra yayınladıkları bildiriden dolayı darbe amaçlarının olduğu nasıl kabul edilmiştir? Bu amiraller Balyozdan beraat ettikten sonra mı darbe yapmaya karar vermişlerdir?
Devletin silahlı üç gücünden (kara, hava, deniz) sadece birine mensup olan ve görevde olmadıkları için devletin silahlı gücünü temsil etmeyen emekli amiraller darbe hazırlığından sorumlu tutulurken; aynı kişilerin görevdeyken ve hava ve kara gücü ile ittifak halindeyken darbe amaçlarının olmadığını kabul ederek haklarında beraat kararı veren 15 Temmuz yargıç ve savcıları bu soruları cevaplandırmalıdırlar.
DİPNOTLAR:
-
https://sen.av.tr/tr/makale/suc-icin-anlasma-sucu-kapsaminda-darbeye-tesebbus-suclari
-
https://www.drgokhangunes.com/genel/darbe-sucu-yalnizca-orgutlu-bir-yapi-tarafindan-mi-islenebilir/
-
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 09.10.2013 T., 2013/9110 E., 2013/12351 K.; Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.1.1964 T., 12/1 K. ve Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 25.4.1966 T., 975 E., 1966/975 K.