GOVERNMENT OBSERVATIONS ON THE ÇAMURŞEN V. TURKEY APPLICATION
The Government’s observations on the Çamurşen Turkey application and the examples of judgments submitted by the Government on the effectiveness of the compensation remedy are available at the links below. Link for Government Observations: 42883_19_+_6_cases_GVT’s_OBS_ Link to Examples of Judgments: 42883_19_+_6_cases_GVT’s_OBS___AnnexesMAKALELER
En Yeni İçerikler
“İSS TRAFİK LOGU” VE “TEKNİK DETAY DOKÜMANI”
“İSS TRAFİK LOGU” VE “TEKNİK DETAY DOKÜMANI”
BTK’nın yasal hiç bir yetkisi olmamasına rağmen, Türkiye’deki tüm internet servis sağlayıcılarına gönderdiği “İSS Trafik Logu” ve “İSS Trafik Logu Teknik Detay Dökümanı” isimli belgelere aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
İSS Trafik Logu: İSS Trafik Log Deseni
İSS Trafik Logu Teknik Detay Dökümanı: İSS Trafik Logu Teknik Detay Dokümanı
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÖZEL RAPORTÖRLERİ TARAFINDAN TÜRKİYE’YE GÖNDERİLEN MEKTUP
BİRLEŞİŞM MİLLETLER ÖZEL RAPORTÖRLERİ TARAFINDAN 07/10/2024 TARİHİNDE TÜRKİYE’YE GÖNDERİLEN MEKTUP (AL TUR 5/2024)
Yedi BM Özel Raportörü (Terörle Mücadele Sırasında İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Geliştirilmesi ve Korunması Özel Raportörü; Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu; Düşünce ve İfade Özgürlüğü Hakkının Geliştirilmesi ve Korunması Özel Raportörü; Barışçıl Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü Hakları Özel Raportörü; İnsan Hakları Savunucularının Durumu Özel Raportörü; İnsan Hakları ve Uluslararası Dayanışma Bağımsız Uzmanı; Özel Hayatın Gizliliği Hakkı Özel Raportörü ve İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Ceza Özel Raportörü) 7 Ekim 2024 tarihinde Türkiye’ye çok güçlü bir iddia mektubu gönderdi. O tarihte gönderdikleri mektup Türkiye’nin cevabı ile birlikte 6 Aralık 2024 tarihinde yayımlandı.
Birleşmiş Milletler Özel Raportörlerinin bu detaylı iddia mektubu, özellikle Hizmet Hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen bireylere yönelik Türkiye’deki sistematik baskıyı ortaya koyan bir mektup olmuştur. Mektupta kayda geçirilen temel hususlar özellikle aşağıdaki hususları içeriyor:
🔹Toplu Gözaltılar ve Tutuklamalar
- Haziran 2023–Haziran 2024 döneminde 8.892’den fazla kişinin gözaltına alındığı ve 1.595 kişinin terörle ilgili suçlamalarla itham edildiği belirtiliyor. Bu kişiler arasında öğretmenler, ebeveynler ve çocuklar bulunuyor.
- Raporlar, bireylerin sıradan ve meşru faaliyetlere dayanarak gözaltına alındığını, suç teşkil eden fiillerle ya da Hizmet Hareketi ile bağlantılarını gösteren hiçbir kanıt bulunmadığını ortaya koyuyor.
- Daha da endişe verici bir şekilde, çocuklar terörle mücadele yasaları kapsamında gözaltına alınıyor ve ciddi kötü muameleye maruz kalıyor; fiziksel şiddet, yasal temsil hakkının engellenmesi gibi ihlaller rapor ediliyor.
🔹 Ülke Dışı Kaçırmalar
- Devlet destekli sınır ötesi kaçırmalar devam ediyor ve uluslararası normların ihlali anlamına geliyor.
- Kaçırılan mağdurlar işkence, zorla itiraf ve adil olmayan yargılamalarla karşılaşıyor. •Türk makamlarının bu ihlallere ilişkin bağımsız ve etkili soruşturma yürütmemesi konusundaki derin endişe kaynağı.
🔹 Terörist “Gri Listelerin” Kötüye Kullanılması
- Yargıçlar, gazeteciler ve insan hakları savunucuları, usule uygun bir süreç olmaksızın keyfi olarak “terörist” olarak damgalanıyor, bu da onları fiziksel saldırıya ve baskıya açık hale getiriyor.
🔹 Gözetim İhlalleri
- ByLock verileri gibi gözetim araçlarının yaygın kötüye kullanımı, binlerce keyfi gözaltına yol açıyor.
- Manipüle edilmiş ve hatalı deliller, sınırlı yargı denetimiyle bir araya gelerek adil yargılamaları baltalıyor.
- Raportörler, uluslararası düzeyde korunan haklarını kullanan aktivistlere ve insan hakları savunucularına yönelik hedefli saldırılarda MİT Kanunu’nun kötüye kullanılmasından endişe duyduğunu ifade etti.
Özel Raportörler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye (No. 15669/20) davasındaki bulgularını desteklemiş ve Türk yargısına şu çağrılarda bulunmuştur: • ByLock delillerine dayanan davalarda yeniden yargılama yapılmasını emretmek. • Eşitsizlikleri ele almak ve yargısal adaleti sağlamak için önlemler uygulamak.
Özel Raportörler, Hizmet Hareketi’nin terör örgütü olarak tanımlanmasının usule uygunluk gerekliliklerini karşılamadığını ve terörizm ile insan hakları konusunda Özel Raportör tarafından geliştirilen terörizmin model tanımını tatmin etmediğini vurgulamışlardır.
Daha önceki OL TUR 13/2020 yazışmasında ifade edilen genel endişeleri tekrarlayarak, Terörle Mücadele Kanunu No. 3713 ve Türk Ceza Kanunu’nun, siyasi muhaliflere, gazetecilere ve Hizmet Hareketi ile bağlantılı olduğu düşünülen bireylere karşı sistematik olarak kötüye kullanılmasına izin verecek şekilde aşırı geniş bir dille hazırlandığını belirtmişlerdir.
Türkiye’de Hizmet Hareketi ile bağlantılı bireylerin ve grupların keyfi gözaltı, mahremiyet ihlali ve güvenliklerine yönelik tehditler gibi ciddi risklerle karşı karşıya olduğuna dair bir eğilim olduğu ifade edilmiştir.
Rapor BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Gurubu tarafından verilen çok sayıda karara atıfta bulunuyor. Yine bu bildirim kısa bir süre önce BM Yagıçların ve Avukatların Bağımsızlığı raportörü tarafından Türkiye’ye gönderilen iddia mektubunun da tamamlayıcısı olmuştur.
Mektubun İngilizce Metni: DownLoadPublicCommunicationFile Mektubun Türkçe Metni: DownLoadPublicCommunicationFile trAİHM’İN YALÇINKAYA KARARI VE KAYSERİ MAHKEMESİ: ADALETİN BYLOCK ÇIKMAZI
AİHM’in Yalçınkaya Kararı ve Kayseri Mahkemesi: Adaletin Bylock Çıkmazı
1. GirişAİHM Büyük Daire, Yüksek Yalçınkaya/Türkiye başvurusunda suç ve cezaların yasallığı ilkesinin yanında, Bylock’la ilgili adil yargılanma hakkı kapsamında da çok önemli bir ihlal karar vermiştir. Bu karar, yıllardır hukuka aykırı delil olduğunu belirtilen Bylock’la ilgili söylenenlerin adeta bir teyidi olmuştur. Ancak, bu ihlal sonrası başlayan yeniden yargılama kapsamında, yargılamayı yapan Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı çok farklı yorumlamış ve sanki AİHM Büyük Daire tarafından verilmiş böyle bir karar yokmuş gibi davranarak Yalçınkaya’ya aynı cezayı vermiştir. Bu yazıda, AİHM’in adil yargılanma hakkı kapsamında verdiği ihlal kararının gereklerinin Kayseri mahkemesi tarafından neden yerine getirilmediği ve Bylock’un delil olarak kabulü için mahkemelerin yapması gereken hususlara yer verilmiştir.
Öncelikle, AİHM Büyük Daire’nin Yalçınkaya kararında adil yargılanma hakkı kapsamında verdiği ihlalin gerekçelerine, sonrasında da Kayseri mahkemesinin mahkûmiyet kararının neden bu ihlal kararını gereklerine uymadığına yer verilmiştir. AİHM’in adil yargılanma hakkı (AİHS zm.) kapsamında ihlale gerekçe yaptığı hususlar şunlardır:
2. Bylock Verileri Başvurana Verilmediği Gibi Neden Verilmediği de AçıklanmamıştırAİHM’e göre yargılama sırasında Bylock verilerinin başvurana verilmesi talebi cevapsız bırakıldığı gibi özellikle kendisini ilgilendiren kısımların neden ve kimin kararıyla verilmediğine dair hiçbir açıklama da yapılmamıştır. Başvuran bu sebeple, verilerin verilmemesine ilişkin gerekçelere itiraz etmek ya da çatışan menfaatler arasında adil bir denge kurmak gibi herhangi bir karşı argüman sunamamıştır (§ 331).
3. Başvuruna Kendisiyle İlgili Deşifre Edilen Materyale Erişim İmkânı TanınmalıdırAİHM’e göre ham verilerin hepsinin başvuranla paylaşılmasının mümkün değilse bile taraflar arasındaki “adil denge” gereğince yargılamanın en azından, başvuranın kendisiyle ilgili deşifre edilen materyalin tamamı hakkında değerlendirme yapabilecek şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Zira, başvurana deşifre edilmiş ByLock materyallerine erişim imkanının tanınması, başvuranın savunma haklarının korunması açısından çok önemli olduğu gibi Bylock’un başvuranın mahkûmiyetindeki ağırlığı dikkate alındığında bu durum daha bir önem arz etmektedir (§ 335 336).
4. Bylock Verileri Üzerinde Bilirkişi İncelemesi Yapılması Talebi Kabul Edilmemiştir
Başvurana ham veriler ya da kendisiyle ilgili kısımlar verilmediği gibi ham verilerin içerik ve bütünlük bakımından doğrulanması için bağımsız bir inceleme talebi de reddedilmiştir. AİHM’e göre; özellikle, Bylock verilerinin 2016 yılının aralık ayında adli makamlara sunulduğu sırada veya daha sonra herhangi bir noktada doğruluklarının teyit edilmesi için incelemeye tabi tutulduğunu gösteren somut bir bilgi yoktur.
Aynı şekilde, Hükümetin verilerin MİT’ten teslim alınmasının ardından adli makamlar tarafından alınan tedbirlere ilişkin açıklamaları, başvuranın endişesinin temelini oluşturan teslimi öncesinde verilerin bütünlüğünün bozulup bozulmadığına ilişkin bir değerlendirmeyi içermekten ziyade, sadece verilerin alındığı günkü bütünlüğünü korumayı amaçlamaktadır.
Ancak, Hükümete göre Bylock verilerinin bütünlüğünü ve güvenilirliğini sağlamak için alınan tedbirler yeterlidir ve tedbirler şunlardır (§292);
-MİT’in ByLock sunucusundaki ham verileri, herhangi bir insan müdahalesi olmaksızın açık kaynaklı bir ilişkisel veri tabanı yönetim sistemi olan MySQL yazılımı tarafından otomatik olarak oluşturulan bir dosya olarak elde etmesi,
-Veri bütünlüğünü sağlamak için dosyanın hah değeri adli makamlara teslim edilmeden önce hesaplanması,
-Ham ByLock verilerini içeren sabit disk, adli makamlar tarafından teslim alındıktan sonra CMK’nın 134. maddesi uyarınca incelemeye tabi tutulması ve
-Görevlendirilen iki uzman tarafından adli bilişim standartlarına uygun olarak, hâkim huzurunda ve kamera ile kayıt altına alınarak kopyalanması ve bir kopyasının Kom’da gönderilip diğerinin güvenli bir yerde muhafaza altına alınması.
AİHM verilerin tesliminden önce verilerin güvenirliklerinin sağlanması için alınmış bir tedbir bulunmadığını ve alındığı söylenen tedbirlerin tamamının verilerin savcılığa teslim edildiği 09/12/2016’daki bütünlüğünü korumaya yönelik olduğunu belirtmesinin anlamı, Bylock verilerinin güvenilirliğinin şüpheli olduğu ve eğer Bylock verileri delil kabul edilecekse, bu verilerin tesliminden önceki dönemde CMK’ya uygun alınmış tedbirlerin mahkemeler tarafından açıklanması gerektiğidir.
5. Dosya Kapsamında Aldırılan Raporlar Ham Verilerin İncelenmesini İçermemektedir
AİHM, dosya kapsamında adli bilişim uzmanı tarafından yapılan bir inceleme bulunduğunu ancak, bu incelemenin başvuranın talep ettiği şekliyle MİT tarafından elde edilen ham verilerin incelenmesini içermediğini belirtmiştir (§333). Zira bu inceleme; başvuranın GÖRSE ve telefon görüşmelerine ilişkin HST. kayıtların, SMS ve MMSS bilgileri ile hangi MIME’I numaralı telefondan Bylock’a ait sunucuya 380 kez bağlandığını gösteren kayıtlara ilişkindir (§ 80). Güncel yargılamalar kapsamında benzer kayıt ve verilerin incelenmesinden ibaret olup bilirkişi raporu olarak kabul edilerek cezalandırmaya gerekçe yapılan raporların hiçbirini AİHM ham verilerin incelenmesi olarak kabul etmemektedir.
6. Bylock Verilerinin Güvenirliliğine İlişkin Endişeler Giderilmemiştir
AİHM’e göre başvuranın Bylock verilerinin güvenilirliğine ilişkin ileri sürdüğü, MİT’in duyurduğu Bylock kullanıcı sayısındaki tutarsızlığın yanı sıra, tespit edilen ve soruşturmaya tabi tutulan kullanıcı sayısı ile indirme sayısı arasındaki tutarsızlıklar da yerel mahkemeler tarafından cevapsız bırakılmıştır.
Başvuran, yargılama sırasında sürekli Bylock verilerinin CMK’nın 134. maddesine uygun toplanmadığını ya da kendisiyle paylaşılmadığını ileri sürmesine ve bu şekilde delillerin yalnızca yasallığına değil, güvenilirliğine de itiraz etmesine rağmen; yerel mahkemeler veri toplama usulünün hukuka uygun olduğunu söylemek ve başvuranın Bylock sunucusuna bağlandığını belirtmek dışında, sunucudan elde edilen verilerin bütünlüğünün özellikle 09/12/2016 da adli makamlara tesliminden önce nasıl sağlandığı konusuna hiç değinmemişlerdir. Ayrıca, bu konunun ele alındığını gösteren herhangi bir karar veya usul hükmüne de atıf yapmamışlardır (§334).
7. Bylock Verileri Savcılığa Teslimden Önce İşlenmiş ve Suç Delili Olarak Kullanılmıştır
AİHM, Bylock verilerinin güvenirliliği ile çok önemli tespitlerde bulunmuş ve ulusal mahkemelerin Bylock verilerinin MİT tarafından ele geçirilmesi ile sulh ceza hakimliğinin bu verilerin (sadece) “incelenmesine” ilişkin kararı arasında geçen yaklaşık 1 yıllık sürede, bu verilerin işlendiğini, yani üzerinde çalışıldığını ve sadece istihbari amaçla değil, soruşturma başlatılmasında ve başvuran da dâhil şüphelilerin tutuklanmasında delil olarak kullanılması gerçeğini hesaba katmamışlardır. Aynı şekilde, başvurucunun MİT’in ceza muhakemesinde delil toplama yetkisinin bulunmadığı ve 09/12/2016 tarihli sulh ceza hakimliği kararının da MİT tarafından toplanan delilleri geriye dönük olarak “hukuka uygun” ve güvenilir hale getirmeyeceği yönündeki iddiaları istinaf ve Yargıtay tarafından incelenmemiştir (§334).
AİHM’in yaptığı bu tespit, Bylock verilerinin delil değeriyle ilgili çok önemli göstergedir. Zira Bylock verileri CMK’ya göre değil, istihbari yöntemlerle ve MİT Kanuna göre elde edilmiştir. Yine, verilerin elde edilebilmesi için en başta alınması gereken arama, el koyma ve inceleme (imaj alma) kararı hiç alınmadığı gibi bu konudaki tek karar, verilerin tesliminden sonra “imaj alınmasına” ilişkindir. CMK’ya uygun elde edilmeyen bir delilin ceza yargılamasında kullanılabilmesi ve sonradan alınan bu kararla geçmişe dönük işlemlerin hukuka uygun hale gelmesi mümkün değildir. AİHM’in de belirtiği üzere, Bylock verileri elde edilmeden verilmiş bir karar yoktur ve bu nedenle ne istinaf ne Yargıtay ve ne de AYM bu konuya hiç girmemiş ve ceza muhakemesi MİT Kanunu’na göre yapılıyormuş gibi bu Kanuna dayanılarak elde edilen verilerin ceza muhakemesinde kullanılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Oysa ki, bir delilin ceza yargılamasında kullanılabilmesi herhangi bir kanuna göre değil, ancak CMK’ya uygun elde edilmesine bağlıdır.
8. Münhasırlık İddiası MİT’in İleri Sürüp Yargıtay’ın Kabul Ettiği Bir Husustur
Başvuran, kendisi hakkında ileri sürülen iddiaların doğruluğuna itiraz edebilmek ve özellikle de Bylock’un “münhasıran” veya “örgütsel” amaçlarla kullanıldığı iddiasını çürütmek amacıyla tüm Bylock materyallerine erişmenin önemli olduğunu belirtmiştir. AİHM’de başvuranın, savcılığın elindeki Bylock verilerine dayanarak bu argümanlara doğrudan itiraz edemediğini dikkate almış ve yerel mahkemelerin bunları yeterli ve ilgili gerekçelerle desteklemesi ve başvuranın bunların doğruluğuna ilişkin itirazlarını ele almasının birincil öneme sahip olduğunu, ancak mahkemelerin bunu yapmadığını söylemiştir.
AİHM’e göre Bylock’un “örgütsel amaçlar” için kullandığı iddiası, suçlayıcı nitelikteki Bylock içeriğine veya hiyerarşik bir bağlantıya işaret eden bilgilere, yani bu konuda yapılan spesifik bir olgusal tespite değil, MİT tarafından ileri sürülüp Yargıtay tarafından kabul edilen bir iddiaya dayanmaktadır. Ayrıca AİHM, başvuranın yargılamansı sırasında Bylock’un 2016 yılının başlarına kadar, yani yaklaşık iki yıl boyunca halka açık uygulama mağazalarından veya sitelerinden indirilebildiğine dikkat çekmiş ve bunun da münhasırlık argümanını zayıflattığını söylemiştir. Yine, idia edildiği gibi Bylock’un “örgütsel amaçlar” için kullanılıp kullanılmadığının doğrulanması, iddia konusu her kullanıcı özelinde bu uygulama üzerinden gerçekleştirilen belirli faaliyetlerin incelenmesine gerektirir. Bunun yapılabilmesi de öncelikle yukarıdaki ihlal sebeplerinin karşılanıp Bylock’un hukuka uygun bir delil olduğunun ortaya konulmasına bağlıdır.
9. Kayseri Mahkemesi’nin Yalçınkaya Kararı
Her ne kadar AİHM Büyük Daire, adil yargılanma hakkı kapsamında bu sebeplerle ihlal kararı verse de ihlal sonrası yapılan yeniden yargılama da Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi, ihlal sebeplerinden biri dışında hiç birini gidermek için adım atmamıştır. Konuyla ilgili olarak, gerekçeli kararın “Dijital Bulguların Elde Edilmesi, Nitelikleri ve Tartışılması” başlığında şu hususlara yer verilmiştir;[1]
“Ceza muhakemesinde herhangi bir bilgi veya bulgunun delil niteliği taşıyıp taşımadığı ve delil niteliği taşıması halinde ise sanığa isnat olunan suçun sübutuna elverişli ve yeterli olup olmadığı ilk derece mahkemesinin takdirinde olup -bu takdir yargılamanın adilliğini etkilemediği müddetçe- iç hukuka ilişkin bir meseledir. Hiç şüphesiz ilk derece mahkemesinin bir bulgunun delil niteliğine ve ispat kuvvetine ilişkin takdiri, kanun yolu denetimine tabidir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun benimsediği serbest ve vicdani delil sistemi nazara alındığında, kural olarak ispatı gereken herhangi bir vakıa her türlü delille ispat olunabileceği gibi herhangi bir vakıanın ispatı bakımından bir delil türünün diğerine üstünlüğü söz konusu olamaz.
Bu açıklamalar bağlamında bir değerlendirme yapıldığında, yasalar çerçevesinde faaliyet gösteren herhangi bir adli/idari mercii tarafından elde edilen ve işlenmiş bir suça ilişkin olan bulguların, duruşmada tartışılması ve savunmaya delilin sağlamlığını ve güvenilirliğine karşı beyan ve itirazlarını sunma imkânı sunulduktan sonra delil olarak kabul edilmesinde hukuka aykırı bir yön yoktur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarih, 2017/956 Esas ve 2017/370 Karar sayılı ilamında da değinildiği üzere Yargıtay’ın kabul ve uygulaması da bu yöndedir.
Dosyamız bakımından değerlendirme yapıldığında, sanık tarafından “örgütsel amaçlarla ve örgütün gizli haberleşme yöntemine dahil olmak suretiyle” ByLock programının indirildiği ve bu amaçlarla kullanıldığı iddiasının dayanağını teşkil eden ByLock sorgu tutanağı, ilk hükümden sonra elde edilen tespit ve değerlendirme tutanağı ve ByLock yazışmalarının duruşmada tartışıldığı, dijital bulgulara ilişkin bilirkişi incelemesi yapıldığı, savunma tarafından bulguların esasına ilişkin gerekçelerle bilirkişi incelemesine itiraz edilmediği, HIS, CGNAT kayıtları ile IP tespitlerine ilişkin olarak bu bulguların sağlamlığı ve güvenilirliği konusunda esaslı bir itirazın söz konusu olmadığı, uygulamaya giriş sayısı (443 kez) itibariyle de uygulamanın rastlantısal olarak indirilmesinin veya çok kısa süre kullanılmasının söz konusu olamayacağı, Mahkememizdeki yargılama sırasında da savunma tarafından bu bulguların gerçeği yansıtmadığına dair esaslı bir itirazın öne sürülmediği, iddianın bütünüyle reddedildiği nazara alındığında, sanığın mahkumiyetine dayanak kabul edilen deliller duruşmada usulünce tartışılarak Mahkememizce hükme esas alınmıştır.
Her ne kadar savunma tarafından ByLock uygulamasına ilişkin olarak ham verileri talep etmiş olsa da bu talep Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 29.11.2023 tarih ve 2016/180056 sayılı yazısı sonrasında reddolunmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, ham verilerin okunabilir olmadığı, herhangi bir işleme tabi tutulmadan User ID bazlı ayrıştırılmasının teknik olarak mümkün olmadığı, ham verilerin tamamının herhangi bir şüpheliye/sanığa verilmesinin -diğer şüphelilerle/sanıklarla ilgili bilgiler de ihtiva ettiğinden- mümkün olmadığı belirtilmiştir.
Savunma tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının müzekkere cevabına yönelik esaslı bir itiraz sunulmamış, söz konusu müzekkere cevabında belirtilen gerekçelerin makul, haklı ve kamu yararına uygun olmadığı hususunda herhangi bir itirazda bulunulmamış, sadece ham verilerin kendilerine verilmesine dair talepleri yinelenmiştir.
ByLock ham verilerinin, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyeliğine ilişkin soruşturma ve kovuşturmaların tamamına ilişkin bütünsel nitelikte veriler olduğu, halen bu veriler üzerinde inceleme ve değerlendirmelerin devam ettiği ve bu mahiyeti nazara alındığında, bu nitelikteki bir verinin herhangi bir dosya kapsamında savunmanın incelemesine sunulması halinde bütünlüğünün bozulması ihtimalinin söz konusu olduğu nazara alındığında, savunmanın söz konusu talebinin reddinde hukuka ve usule aykırılık bulunmamaktadır. Ayrıca, savunma tarafından ByLock tespitine ilişkin dijital veriler talep olunmakla birlikte, bu verilerden hangi sonuca ulaşılmak istendiği ve hangi hususun ispatının sağlanacağı somut olarak ortaya konulmamıştır.
Yine ByLock tespitine ek olarak ve bu tespiti doğrulayan HIS ve CGNAT kayıtları ile IP tespitlerinin savunmanın erişimine açık olduğu ve bilirkişi incelemesinin akabinde duruşmada tartışıldığı halde, savunma tarafından bu verilere -ve bu verilerin değerlendirildiği bilirkişi raporuna yönelik- herhangi bir esaslı itirazda bulunulmamıştır.
Açıklanan sebeplerle, sanığın ByLock programını örgütsel hiyerarşi içerisinde indirdiği ve örgütün gizli haberleşme sistemine dahil olduktan sonra aynı örgütsel amaçlarla kullandığı iddiasına ilişkin olarak, dosyada mevcut olan dijital bulgular, bu bulguları doğrulayan HIS, CGNAT ve IP kayıtları ile bu kayıtlara ilişkin bilirkişi raporları bir bütün olarak değerlendirilmiş ve sanığın sözü edilen programın örgütsel amaçlarla indirdiği ve kullandığı sonucuna ulaşılmıştır.
a. Kayseri Mahkemesi Hükümet Savunmasını Tekrar Etmiştir
Bu gerekçeden de anlaşılacağı üzere, ihlalin giderilmesi noktasında Kayseri mahkemesinin yaptığı tek şey Bylock ham verilerini Ankara C. Başsavcılığından istemek olmuştur. Başsavcılık ise ne ham verileri ne de başvuranla ilgili kısımları göndermiştir. Ankara C. Başsavcılığının cevabını yeterli gören Kayseri mahkemesine göre, verilerin savunmanın incelemesine sunulması bütünlüklerinin bozulmasına sebebiyet verebilecektir. Oysa ki, Ankara C. Başsavcılığı tarafından aldırılan bilirkişi raporunda bu verilerin yapısının bozuk olduğu, yani orijinal olmadıkları zaten ortaya konulmuştur.[2] Ankara C. Başsavcılığının cevabı da göstermiştir ki, bundan sonra hiçbir dosyaya Bylcok ham verileri gönderilmeyecek ve hiçbir mahkeme bu verilerin güvenilirliğiyle ilgili bilirkişi raporu aldıramayacaktır.
Her ne kadar, Kayseri mahkemesi kararında bu hususlara yer verse de talebin reddine gerekçe yaptığı hususlar yeni değildir. Zira Hükümet, Yalçınkaya başvurusuyla ilgili AİHM’e sunduğu görüşte bu hususların aynısını tekrarlamış ve ham verilerin neden başvurana verilmediğiyle ilgili “..bu koşullar altında, ham verilerin tamamının başvurana açıklanmasının tüm kullanıcılarla ilgili verilerin paylaşılmasına yol açacağını ve diğer kullanıcıların mahremiyet haklarına yönelik bir müdahale teşkil etmenin yanı sıra bir güvenlik riski oluşturacağını ve soruşturmalara halel getirmesinin muhtemel olacağını” ifade etmiştir (§296). AİHM ise bu düşünceye itibar etmeyerek, verilerin tamamı olmasa bile başvuranla ilgili kısımların kendisine verilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Ancak, Kayseri mahkemesi gerekçesinde “kendisiyle ilgili kısımların” neden başvurana verilmediğine hiç değinmemiştir. Ayrıca, başvuranın istediği veriler, “üzerinde çalışılan” değil, “ham” verilerdir ve bu verilerin imajının başvurana verilmesi halinde veri bütünlüğünün bozulması söz konusu değildir. Bu nednele, verilerin başvurana verilememe gerekçesinin hukuki bir karşılığı yoktur. Kısaca, Hükümetin AİHM’e sunduğu ancak AİHM’in itibar etmediği argümanları, yeniden başlayan Yalçınkaya yargılamasında önce Ankara savcılığı, sonra da Kayseri mahkemesi ileri sürmüştür.
b. Kayseri Mahkemesinin Gerekçeli Kararda Kullandığı Dil
Kayseri mahkemesinin gerekçesinde kullandığı dil de ilginçtir. Zira mahkeme, sanki gerekçeli karar yazar gibi değil de Yargıtay gibi temyiz ya da AYM ve AİHM gibi bireysel başvuru incelemesi yapar gibi cümleler kurmuştur. Kayseri mahkemesi, AİHM Büyük Daire özellikle verilerin savcılığa tesliminden önceki dönemde güvenirliliklerinin tespiti için ham veriler üzerinde bilirkişi incelemesi yapılması gerektiğini belirtmemiş ve dosya kapsamında aldırılan IP, HTS, HIS, CGNAT ve HTS kayıtlarına ilişkin raporunun ham verilerin incelenmesi anlamına gelmeyeceğini söylememiş gibi; “savunma tarafından ByLock tespitine ilişkin dijital veriler talep olunmakla birlikte, bu verilerden hangi sonuca ulaşılmak istendiği ve hangi hususun ispatının sağlanacağı somut olarak ortaya konulmamıştır” demiştir. Oysa ki Hükümet de Yalçınkaya başvurusuna sunduğu görüşte; “…başvuranın ham verilerin tamamının bir kopyasını edinememesinin kendisini ne şekilde dezavantajlı bir konuma düşürdüğünü ve söz konusu verilerin kendisi hakkında verilecek kararı nasıl etkileyeceğini açıklamadığını” belirtmiş, ancak AİHM bu düşünceye itibar etmemiştir. Ancak Kayseri mahkemesi, Yalçınkaya kararında AİHM bu savunmaya rağmen ihlal vermemiş gibi aynı hususu tekrarlayarak başvurucunun talebini reddetmiş ve AİHM kararını yok saymıştır.
c. Ceza Yargılaması ve Esaslı İtiraz
AİHM Büyük Daire’nin ihlal gerekçelerini karşılamakla görevli olan ve ceza yargılaması yapan Kayseri mahkemesi, gerekçeli kararda yer verdiği bazı hususlarla sanki ceza yargılaması değil de hukuk yargılaması yapıyor izlenimi vermiştir. Şöyleki; mahkeme gerekçeli kararında; “…Mahkememizdeki yargılama sırasında da savunma tarafından bu bulguların gerçeği yansıtmadığına dair esaslı bir itirazın öne sürülmediği, iddianın bütünüyle reddedildiği nazara alındığında, sanığın mahkumiyetine dayanak kabul edilen deliller duruşmada usulünce tartışılarak Mahkememizce hükme esas alınmıştır.”
“…Savunma tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının müzekkere cevabına yönelik esaslı bir itiraz sunulmamış, söz konusu müzekkere cevabında belirtilen gerekçelerin makul, haklı ve kamu yararına uygun olmadığı hususunda herhangi bir itirazda bulunulmamış, sadece ham verilerin kendilerine verilmesine dair talepleri yinelenmiştir”
“Yine ByLock tespitine ek olarak ve bu tespiti doğrulayan HIS ve CGNAT kayıtları ile IP tespitlerinin savunmanın erişimine açık olduğu ve bilirkişi incelemesinin akabinde duruşmada tartışıldığı halde, savunma tarafından bu verilere -ve bu verilerin değerlendirildiği bilirkişi raporuna yönelik- herhangi bir esaslı itirazda bulunulmamıştır” ifadelerine yer vermiştir.
Bu ifadelerden hareketle biz de soralım;
- Acaba, Kayseri mahkemesinin ısrarla aradığı “esaslı itiraz” ne demektir? AİHM’in ihlal kararı ortadayken ve başvuran ihalele konu hususların giderilmesini istemişken, ihlal sebeplerini gidermekle görevli mahkeme bunu yapmayıp başvuranın taleplerini reddettikten sonra hangi esaslı itirazın yapılmasını beklemektedir?
- Ceza yargılamasında resen harekete geçme ilkesi geçerli olduğuna göre, mahkeme neden hukuk yargılaması yapıyor gibi başvurandan etkili bir itiraz beklenmektedir?
- AİHM güvenirliliklerinin testi için ham veriler üzerinde bilirkişi incelenmesi yaptırılması gerekir dedikten sonra, başvuran acaba bu amaç dışından hangi amaçla verileri istemiş olabilir?
- Ankara Başsavcılığı verileri teslim etmeyeceğini bizzat Kayseri mahkemesine söylediğine göre, mahkeme başvuranın yapacağı hangi itiraz ya da etkili savunma netcesinde bu verileri Ankara savcılığından alabileceğini düşünmektedir ya da böyle bir niyeti var mıdır?
- CMK’da başvuranın başka şekilde verileri isteyebileceğini öngören bir düzenleme mi vardır da Kayseri mahkemesi başvurucudan bunu ietemektedir? Eğer varsa mahkeme talebi bu sebeple reddetmek yerine neden aynı şablon cümleleri kurmayı tercih etmiştir?
- AİHM’in ihlal kararından sonra Kayseri mahkemesinin yapması gereken, başvuran hiçbir talepte bulunmasa bile, bilirkişi incelemesi yapılmak üzere ham verileri temin etmek ve bu mümkün olmuyorsa verilerle ilgili şüphe sebeplerini gideremediği için delil olarak hükme esas almamak olmasına rağmen, neden ihlal kararının gereğini yerine getirmemiş ve bunun sorumluluğunu başvuruna yüklemek istemiştir?
Gerekçeli kararda yer verilen bu ifadelerde göstermiştir ki, Kayseri mahkemesi için AİHM’in verdiği ihlal kararının bir anlamı yoktur. Zira AİHM, bu kayıtlara ilişkin incelemenin ham verilerin incelemesi olarak değil, mahkemelerin sanıkların Bylock sunucusuna bağlandıklarının delili kabul ettiklerini, ancak özellikle verilerin savcılığa tesliminden önceki döneme ilişkin veri güvenirliliğinin tespiti için ham verilerin incelenmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat ihlalin gerekçelerinden biri bu değilmiş gibi Kayseri mahkemesi ham veriler üzerinde yapılması gereken incelemeden hiç bahsetmemiş ve; “HIS, CGNAT ve IP kayıtları ile bu kayıtlara ilişkin bilirkişi raporları bir bütün olarak değerlendirilmiş ve sanığın sözü edilen programın örgütsel amaçlarla indirdiği ve kullandığı sonucuna ulaşılmıştır” diyerek Bylock’u mahkumiyet kararının en önemli gerekçesi yapmıştır.
d. Kayseri Mahkemesinin Görmezden Geldiği İhlal Sebepleri
Kayseri mahkemesi, ham verilerin istenmesiyle ilgili husus dışında AİHM’in ihlal gerekçelerinin karşılanmasına yönelik hiçbir adım atmamıştır. Oysa ki AİHM’in ihal gerekçesi sadece bu değildir. Zira, Bylock verilerinin savcılığa tesliminden önce güvenirliliklerinin sağlanmasına amacıyla CMK kapsamında hangi önlemlerin alındığına ilişkin bir bilgi ve belgeye rastlanamadığını söylemiş ve bunu ihlal gerekçesi yapmıştır. Kayseri mahkemesi ise tıpkı ilk kararda olduğu gibi baştan Bylock verilerinin hukuka uygun elde edildiği kabulüyle hareket etmiş ve bu konuya hiç girmemiştir. Zira bu konuya girse, verilerin CMK’ya göre değil, istihbari usullerle elde edildiğini, her hangi bir mahkeme kararı olmadan ve adli kolluk görevi de bulunmayan MİT tarafından veriler üzerinde aylarca çalışılıp oynama yapıldığını tespit edecek ve bu husus bir mahkeme kararıyla da tescillenmiş olacaktır. Fakat Kayseri mahkemesi böyle bir risk almak ve konforunu bozmak istememiştir.
Aynı şekilde Kayseri mahkemesi, Bylock verilerinin elde edilmesinden önce arama, el koyma ve imaj alınmasına ilişkin verilmiş bir karar olup olmadığıyla ve sonradan verilen imaj alma kararının geçmişe dönük olarak arama ve el koyma kararı yerine de geçip geçmeyeceğine ilişkin AİHM tarafından sorulan soruya da cevap vermemiştir. Çünkü, bu konuda verilen tek kararın verilerin ele geçirilmesinden 1 yıl sonra, o da sadece “imaj alınmasına” ilişkin karar olduğunu ve onun da geçmişe dönük sonuç doğurmayacağını çok iyi bilmektedir. Böyle bir tespit Bylock verilerinin CMK’nın 134. maddesine aykırı ele geçirildiğin ve hukuka aykırı delil olduğunu ortaya koyacaktır. Dolayısıyla mahkeme böyle bir riske de girmek istememiştir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Kayseri mahkemesinin gerekçesinin AİHM’in Yalçınkaya kararında adil yargılanma hakkı kapsamında verdiği ihlalin giderilmesiyle alakası yoktur. Bu gerekçe, bizzat Yalçınkaya dosyasında bile Bylock’la ilgili ihlal gerekçelerinin karşılanamayacağının ve Bylock’un delil olarak kullanılamayacağının teyidi olmuştur.
10. Bylock Yargılamalarında Mahkemelerden Talepte Bulunması Gereken Hususlar
AİHM’in Yalçınkaya kararında Bylock’la ilgili adil yargılanma hakkı kapsamında verdiği ihlal gerekçeleri dikkate alınarak şu hususlarla ilgili mahkemelerden talepte bulunulmasında zaruret vardır;
Öncelikle Bylock ham verilerinin tamamı, bu talebin reddi halinde de ilgililer kendileriyle ilgili deşifre edilen ham verilerin tamamını istemelidirler. AİHM’in Yalçınkaya kararında dosya kapsamındaki HTS, GPRS, CGNAT kayıtlarına ve Bylock IP’lerine bağlantıyla ilişkin aldırılan bilirkişi raporlarını yeterli görmediği belirtilerek, verilerin güvenirliliğinin tespiti için ham verilerin tamamı üzerinde bilirkişi incelemesi yapılması istenmelidir. Ayrıca, Ankara C. Başsavcılığı tarafından aldırılan ve verilerin yapısının bozuk olduğunu ortaya koyan bilirkişi raporu dosyalara eklenmelidir. Verilerin savcılığa tesliminden önce güvenirliliklerinin sağlanmasına amacıyla, Hükümet tarafından ileri sürülüp AİHM tarafından kabul görmeyen hususlar dışında, CMK kapsamında hangi önlemlerin alındığı sorulmalıdır. CMK’nın 134. maddesine uygun elde edildiği belirtilen Bylock verilerinin elde edilmesinden önce arama, el koyma ve imaj alınmasına ilişkin verilmiş bir mahkeme kararının bulunmasının zorunluluğu karşısında, Bylock verileri elde edilmeden verilmiş olması gereken arama ve el koyma kararının hangi mahkeme tarafından verildiği sorulmalı ve bu kararın dosyaya kazandırılması istenmelidir. Böyle bir karar yoksa (ki, yoktur), Bylock’la ilgili sonradan verilen “imaj alma” kararının geçmişe dönük olarak arama ve el koyma kararı yerine geçemeyeceği ve dolayısıyla CMK’daki usul tersine çevrilerek elde edilen Bylock verilerinin hukuka aykırı olduğu dile getirilmelidir. AİHM’in Bylock verilerinin MİT tarafından elde edilmesiyle sulh ceza hakimliğinin bu verilerin incelenmesine ilişkin kararı arasında geçen sürede veriler üzerinde çalışıldığını ve sadece istihbarat amacıyla değil, soruşturma başlatmak ve tutuklama için delili olarak kullanıldığını kabulü karşısında; ceza yargılamalarında delil olarak kullanılmak üzere veri toplama yetkisinin bulunmayan MİT’in elde ettiği Bylock verilerinin nasıl delil kabul edildiği ve bunun gerekçeleri sorulmalıdır. Bylock’un münhasır bir uygulama olduğu iddiasının yasal dayanağının ne olduğu ve AİHM’de belirttiği üzere milyonlarca kişinin uygulama mağazalarından indirebildiği bir programın neye dayanarak münhasır kabul edilip cezalandırmaya gerekçe yapıldığı mahkemeye sorulmalı ve bu hususu da gerekçelendirmesi istenmelidir. DİPNOTLAR:[1] Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/9/2024 T., 2023/441 E., 2024/403 K. sayılı kararı.
[2] https://www.drgokhangunes.com/wp-content/uploads/2021/09/ANKARA-CBS-BILIRKISI-RAPORU.pdf
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI KOMİTESİ’NİN TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI DURUMUNA İLİŞKİN SONUÇ GÖZLEM RAPORU
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI KOMİTESİ’NİN TÜRKİYE’NİN İNSAN HAKLARI DURUMUNA İLİŞKİN SONUÇ GÖZLEM RAPORU
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’nin Türkiye’nin insan hakları durumuna ilişkin sonuç gözlem raporunun İngilizce metnine ve Türkçe çevirisine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Raporun İngilizce Metni: CCPR_C_TUR_CO_2_60364_E Raporun Türkçe Metni: CCPR_C_TUR_CO_2_60364_E-TR_“YENİDEN YAPILANMA” ADI ALTINDA YAPILAN SORUŞTURMALARIN HUKUKA AYKIRILIĞI
“YENİDEN YAPILANMA” ADI ALTINDA YAPILAN SORUŞTURMALARIN HUKUKA AYKIRILIĞI
Özet: Bu makalede, yerleşik Yargıtay içtihatları bağlamında; son zamanlarda “yeniden yapılanma” adı altında yapılmaya başlanan soruşturmaların hukuka aykırılığına, hangi faaliyetlerin bu kapsamda değerlendirilebileceğine ve yeniden yapılanma kabulünde dikkate alınması gereken hususlara yer verilmiştir.
1. Silahlı Örgüt Kabulünde Matuf Eylem Kriteri
Silahlı örgüt kabulü matuf suçlardan yapılan yargılamalar sonunda verilecek mahkumiyet kararı ile yapılır. Zira matuf eylem silahlı mücadelenin göstergesidir. Matuf eylem yargılaması yapılmayan veya matuf suçtan beraat kararı verilen yargılamalarda yapılan silahlı örgüt kabullerinde; örgütün nihai amacı, tehlikeliliği (somut tehlike) ve elverişliliği ancak varsayımsal ve soyut olarak kabul edilmiş olur ki, bu kabul ceza yargılamasının amacına aykırıdır. Çünkü ceza yargılamasında kesin kabullerle hüküm kurulabilir.[1]
Elverişlilik, soyut ve göreceli bir kavramdır. Yargıtay uzun yıllara varan içtihatlarıyla örgütün oluşturduğu somut tehlikeyi ve elverişliliğini “matuf eylem” ile tespit ederek somut bir kritere bağlamıştır. Zira bir örgüt tarafından gerçekleştirilen eylemin “amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli (matuf fiil)” olarak kabulü, bu örgütün de nihai amaç için elverişli olduğu anlamına gelir. Silahlı örgüt kabulünden sonra bu örgüt tarafından gerçekleştirilen her vahim eylem aynı zamanda matuf eylem kabul edilebilir.
Matuf/vahim (öldürme, yaralama, bombalama vb.) eylemi olmaksızın bir örgütün Devletin birliği ve anayasal düzeni için ağır ve yakın bir tehlike oluşturduğunun kabulü halinde bu kabulün ağır hukuki sonuçları olur. Zira böyle bir kabul ile bir ilçede Hükümet konağına taş atan üç kişinin, Cumhurbaşkanına yumurta atan üç kişinin ya da Hükümeti eleştiren çakı-bıçaklı üç kişinin de silahlı örgüt olarak kabulü gerekir. Çünkü en az üç kişi bir araya gelmiş ve bir devlet yetkilisine karşı silah (eylemde kullanılan taş ve yumurta TCK 6.maddesi gereği silahtır) kullanılarak bir eylem gerçekleştirilmiştir. Bu kabulle birlikte, “Devlet veya anayasal düzen için tehlike oluşturan bir yapılanma vardır” şeklindeki bir varsayımla basit protesto hareketleri dahi silahlı örgütün varlığı için yeterli kabul edilebilecektir.
Benzer uygulamalarla, yani varsayımsal bir kabulle bir cemaatin, vakfın, derneğin ya da siyasi partinin silahlı örgüt olarak kabul ve ilan edilmesinin önü de açılmış olur. Zira bir cemaatin, siyasi partinin ya da derneğin yeterli sayıda üyesi, hiyerarşik yapısı, örgütlenmesi ve üyeleri arasında yasal olarak silah bulunduran pek çok mensubu bulunabilir. Söz konusu siyasi partinin ya da derneğin TBMM’de çoğunluğu sağlamak veya hükümeti devirmek şeklinde bir amacı da olabilir. Böyle bir kabul durumunda, bir yapının TBMM veya hükümeti silahlı mücadele sonucu devireceğine dair tahmine dayalı bir yorumla karar vermek mümkün hale gelir ki, hükümete muhalif herhangi bir yapının basit bir tahminle silahlı örgüt olarak ilanının önü açılır. Bu nedenle, matuf eylem olmaksızın bir yapının silahlı örgüt olduğunun kesin olarak tespiti mümkün değildir. Çünkü “ciddi, ağır ve yakın tehlike” ancak vahamet arz eden bir matuf eylemle anlaşılır.
“Silahlı örgüt kabulü”, TCK’nın 302, 309, 311, 312. maddelerine dayanılarak açılan davalardaki matuf eylem yargılamasında tartışılmalıdır. Sadece 314. madde kapsamında açılan bir dava kapsamında örgütün matuf eylem gerçekleştirip gerçekleştirmediği tartışılarak “matuf suça” karar verilebilmesi mümkün değildir. Matuf eylemi olmayan, dolayısıyla matuf suçtan hüküm kurulamayan yargılamalarda silahlı örgüt kabulü yapmak sübjektif bir değerlendirme olur. Zira bu yargılamalarda örgütün yakın ve ciddi tehlike oluşturduğu somut olarak tespit edilemez.
Matuf suç yargılaması yapılmayan veya matuf suçtan beraat kararı verilecek yargılamalarda; bu örgüt bakımından başka matuf eylem bulunup bulunmadığı, matuf eylem nedeniyle açılmış başka dava olup olmadığı araştırılmalı ve sonucuna göre “birleştirme kararı” verilmeli veya “bekletici mesele” yapılmalıdır.[2]
“Silahlı örgüt mensubiyetinden” hüküm kurulabilmesi için bir silahlı örgütün varlığı gerekir ve bu mesele bir “ön sorun”dur. Yalnızca 314. maddeden yargılama yapan bir mahkeme bu ön sorunu çözemez. Yani bu örgütün matuf eylemi bulunup bulunmadığına nisbi yargılama yaparak kendisi karar veremez. Mahkemeler iddianamedeki fiil ve fail ile bağlıdır ve örgüte atfedilen matuf eylem iddianamede dava konusu fiil olarak gösterilmemişse, mahkeme bu eylemin bu örgüt tarafından gerçekleştirildiğine ve matuf olduğuna karar veremez. Bu nedenle, matuf eylemin yargılandığı dosya bekletici mesele yapılmalı veya birleştirilmelidir.
Sadece örgüt üyesi, yardım eden veya örgüt adına suç işleyen olduğu iddia edilen kişiler hakkında açılan davalarda; ilk vahim eylem yargılaması sonunda verilecek silahlı örgüt kabulüne ilişkin karar kesinleşene kadar, yani silahlı örgütün varlığı tespit edilene kadar mahkumiyet kararı verilmemelidir. Yargılamaya devam edilip deliller toplanabilir. Beraat kararı verilebilir, çünkü beraat kararı “silahlı örgüt” olgusuna bağlı değildir. Ancak, mahkumiyet kararı “silahlı örgüt” kabulünün sonucuna göre verilebilir. Bu nedenle, bu dosyalarda ilk vahim/matuf eylem davaları “bekletici mesele” yapılmalıdır ve silahlı örgütün varlığı belirlenmeden verilen mahkumiyet kararları hukuka aykırı olacaktır.
Kısaca, silahlı örgüte üye olmaktan mahkûmiyet kararı verilebilmesi için öncelikle TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı örgütün varlığı,[3] yani bu yapılanmanın silahlı örgüt olduğuna dair verilen ve kesinleşen bir kararın bulunması gerekir. Zira daha önce silahlı örgüt nitelendirmesi yapılan ve bu nitelendirmenin kesinleştiği yapılanmaların mensupları TCK’nın 314. maddesinden cezalandırılabilir.[4]
2. Vasıf Değişikliği
Nihai amacı devletin birliğini bozmak veya anayasal düzeni değiştirmek olan yapılanmaların zamanla vasfında değişiklik olabilir ve bu değişiklik genellikle yöntem, bazen de amaç suçun değişmesi şeklinde gerçekleşir. Örneğin, TMK’nın 7. maddesi kapsamında silahsız terör örgütü olarak kabul edilen bir yapılanma zaman içinde yöntem değişikliğine giderek silahlı eylemlere girişip silahlı örgüte dönüşebilir.[5] Yine, TCK’nın 316. maddesi kapsamında suç için anlaşma vasfında bulunan bir yapılanma veya TCK’nın 220. maddesi kapsamında suç örgütü vasfındaki bir oluşum ve hatta legal olarak hukuka uygun yöntemlerle faaliyet yürüten yapılanmalar da zamanla silahlı mücadele yöntemini benimseyerek silahlı örgüte dönüşebilir.
Ancak, silahlı örgütün silahlı mücadeleyi bırakması da mümkündür. Silahlı mücadeleden vazgeçen örgütün yeni vasfının, benimsediği yeni yönteme göre tekrar tayini gerekir. Özellikle, uzun süre silahlı eylem yapmayan bir örgütün yöntem değişikliğine gidip gitmediği tekrar değerlendirilmeli ve vasıf değişikliği var ise vasfın değiştiği tarih de tespit edilmelidir.[6] Ayrıca, silahlı örgütler zamanla nihai amaçlarında da değişiklik veya uyarlama yapabilir.[7]
3. Silahlı Örgütten Ayrılan Yeni Oluşumların Hukuki Durumu
Silahlı örgüt olarak kabul edilen bir yapılanmanın daha sonra “adının değiştirilmesi”[8] halinde veya aynı silahlı örgüte “bağlı olarak” oluşturulan “alt birimler” (gençlik kolu, askeri kanat, metropol birimi) ile ilgili yeniden silahlı örgüt kabulüne gerek yoktur. Zira bu birimler silahlı örgüt olduğu kabul edilen yapıya bağlı oluşumlardır.[9]
Ancak, silahlı örgütten ayrılan “yeni oluşumlar” var ise bu oluşumlarla ilgili vasfın yeniden tayini ve şartları varsa yeniden silahlı örgüt kabulü gerekebilir.[10] Yeni oluşum veya alt birimin silahlı örgütün devamı niteliğinde olup olmadığını tespit bakımından aranacak kriter; bu oluşumun silahlı örgüt kabul edilen yapılanmaya “organik olarak bağlı” olup olmadığıdır. Silahlı örgüte organik olarak bağlı olan, yani halen silahlı örgütün var olan hiyerarşik yapısına dahil olan “birimler” için tekrar silahlı örgüt kabulüne gerek yoktur. Ancak, silahlı örgütten organik olarak ayrılan, yani silahlı örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan yeni oluşumlarla ilgili tekrar silahlı örgütün unsurları incelenip silahlı örgüt kabul kararı verilmelidir.
4. Son Zamanlarda Gerçekleştirilen “Yeniden Yapılanma” Operasyonlarının Değerlendirilmesi
Silahlı/silahsız örgütlerin vasıf değiştirmesi mümkündür ve bu değişiklik sonucu yeni nitelendirmenin nasıl yapılacağı Yargıtay kararıyla sabittir. Bu kararlar gereğince; silahlı örgütün devamı kabul edilen oluşumlarda silahlı örgütün ideolojisi ve stratejisini benimsenmesi ve silahlı örgütün zorunlu unsuru olan “silah” unsurunun varlığı, silahsız terör örgütünde ise yeni oluşumum TMK’nın 1 ve 7. maddelerinde yer alan terör amaçlarını gerçekleştirmek amacı taşıyıp taşımadığının tespiti gerekir. Bu tespit için de EGM Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığından yeni oluşumun niteliğini gösteren bir rapor alınmalıdır. Bu tespitlerden sonra daha önce silahlı örgüt olduğuna karar verilen bir yapılanmadan ayrılarak silahsız örgüt ya da suç örgütüne dönüşen yapılanmayla ilgili vasıf değişikliğine bir ana/çatı dava da Yargıtay’ın karar vermesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında, son zamanlarda gerçekleştirilen “yeniden yapılanma” soruşturmalarını değerlendirmek gerekirse;[11]
Bu soruşturmalara gerekçe olarak; tutuklu ve hükümlü yakınlarına yardım etmek, KHK’larla mesleklerinden çıkarılanlara iş bulmak, öğrenci evi açmak, “örgütten” kopmaları önlemek için motivasyon toplantıları organize etmek gibi faaliyetler gösterilmektedir. Ancak, bu operasyonlar silahlı örgüt kapsamında yapılsa da, bu zamana kadar silahlı örgütün amaç suçları olan TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerindeki suçların işlenmesine yönelik bir eylem planı, çalışma veya strateji belgesi ya da bir delil ve silahlı örgüt için zorunlu unsur olan her hangi bir silah ele geçirilememiştir. Bu operasyonların, yeni bir silahlı örgüt yapılanmasının deşifresi için yapıldığı belirtilse de, böyle bir örgüt ve yapılanmadan söz etmek mümkün değildir. Zira yeniden yapılanmaya delil olarak gösterilen faaliyetlerin tamamı hukuka uygun davranışlar olup bunlar örgüt talimatıyla gerçekleştirilse dahi, herhangi bir suç kapsamında değerlendirilemezler.
Ayrıca, gerçekleştirilen eylem suç ise örgüt talimatının bir değeri olur, ancak eylem her hangi bir suça karşılık gelmiyorsa, hiçbir cezaya dayanak teşkil etmez. Yargıtay uygulaması gereğince de, silahlı örgütün çağrısı üzerine düzenlenen imza kampanyasında imza atmak,[12] örgüt çağrısı ile kepenk kapatmak,[13] örgüt mensuplarını cezaevinde ziyaret edip ihtiyaçlarını karşılamak örgütsel faaliyet olmadığı[14] gibi KHK ile ihraç edilen ya da cezaevinden yeni çıkan kişilere sırf insani amaçla, hayır yapma saikiyle veya akrabalık/komşuluk ilişkisinin gereği olarak yapılan yardımlar da suç değildir. [15]
Kaldı ki kuruluş amacı cezaevinde bulunan hükümlü ve tutuklulara maddi/manevi yardımda bulunmak olan birçok sivil toplum kuruluşu vardır. Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) ve Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) bunlardan sadece ikisidir. Yine, ihtiyaç sahiplerine yardım amacıyla kurulmuş dernek sayısı tahmin edilenden daha yüksektir. Sadece Ankara’da “ihtiyaç sahiplerine yardım” etmek için kurulan dernek sayısı (Haziran 2022 itibarıyla) 319’dur.[16]
Ayrıca, yasal olarak belli kontenjan dahilinde eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu vardır. Zira 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesi gereğince; “İşverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde … ve yüzde iki eski hükümlü işçiyi meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler.” Hatta bu maddeye dayanılarak çıkarılan “Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Eski Hükümlü veya Terörle Mücadelede Malul Sayılmayacak Şekilde Yaralananların İşçi Olarak Alınmasında Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” 19/9/2009 tarihli ve 27354 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir
Yine, AİHM’in Ragıp Zarakolu kararıyla başlayıp son olarak Yalçınkaya kararında yer verdiği üzere, yasal ve rutin faaliyetler ile Anayasa ve AİHS’te düzenlenen hakların kullanılması nedeniyle verilen tutuklama ve mahkumiyet kararları hukuka aykırıdır.
Aynı şekilde, aksi durumun ve suç teşkil etmeyen eylemlerin suç olarak kabulü 2003 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) yapılan değişikliği anlamsız kılacaktır. Zira 2003 yılında 4928 sayılı Yasa ile TMK’daki terör tanımının “fiil” (eylem/hareket) bölümü de değiştirilmiştir. Zira TMK’nın ilk metinde “her türlü eylemler” şeklindeki ifade “her türlü suç teşkil eden eylemler” şeklinde değiştirilmiştir. Terör örgütü kavramı, terör tanımına bağlı olduğu için bu değişiklik terör örgütlerine de zorunlu bir unsur olarak yansımıştır. Bir yapılanmanın terör örgütü olarak kabulü için mutlaka TCK veya ceza hükmü içeren diğer özel yasalarda düzenlenen “suç teşkil eden bir eylem” gerçekleştirmesi gerekir. Bir örgüt, amacı terör dahi olsa kabahat türü veya idari ceza gerektiren eylemler gerçekleştirmişse bu eylemler suç olmadığından ve terör eylemi sayılamayacağından, o örgüt terör örgütü olarak kabul edilemez. O halde, bir örgütün terör örgütü sayılabilmesi için; bir “terör eylemi” gerçekleştirmesi, bu eylemin terör eylemi olarak kabulü için de mevzuatta “suç” olarak düzenlenmesi gerekir ve bu suç mevzuatta düzenlenen herhangi bir suç olabilir. Zira TMK’da “her türlü suç teşkil eden eylemler” ifadesiyle bu hususta bir sınırlamaya yer verilmemiştir.
Suç örgütleri için zorunlu olmayan bu unsur bir bakıma terör örgütleriyle suç örgütleri arasındaki sınırı belirler. “Suç işleme amacı” suç örgütü, terör örgütü ve silahlı örgüt için ortak unsurdur. Zira TCK’nın 220. maddesine göre bir yapılanmanın “suç örgütü” olarak kabul edilebilmesi için suç işlemesi gerekmez ve suç işleme amacının olması yeterlidir. Ancak, 2003’te TMK’da yapılan değişiklikten sonra bir yapılanmanın “terör örgütü” olarak kabulü için suç işleme amacının yanında, mutlaka bu amaca yönelik bir “suçu” da işlemesi gerekir. Silahlı örgütler aynı zamanda terör örgütü olduğundan, amaca yönelik bir “suç” işlenmesi silahlı örgütün de zorunlu unsurudur. Suç işlememiş yapılanmalar terör örgütü veya silahlı örgüt olarak kabul edilemez. Yargıtay, silahlı örgütün vahamet boyutuyla orantılı olarak terör örgütlerine göre biraz daha ağır bir suç işlemesini de aramaktadır.
2003 değişikliğinden sonra terör örgütleri cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini uygulayarak, suç teşkil eden eylemler gerçekleştiren yani suç işleyen örgütlerdir. TMK’nın 1. ve 7/1. maddeleri gereğince bir yapılanmanın “terör örgütü” olarak kabul edilebilmesi için mutlaka bir “suç işlemesi” ve “cebir ve şiddet kullanması” gerekir. Suç işlenmesi ile cebir ve şiddet kullanılması terör örgütlerinde “bir arada” bulunması gereken zorunlu unsurlardır ve sadece birinin varlığı yeterli değildir.
Bu açıklamalar ışığında; yeniden yapılanma faaliyeti olarak kabul edilen hususların hiç birinde bu kişilerin bırakın silahlı/silahsız örgüt üyesi olmalarını, dış dünyaya yansıyan “suç” teşkil eden her hangi bir eylemleri de yoktur. Ayrıca, böyle bir yapılanma olduğu iddiasıyla koordineli olarak ülkenin her yerinde operasyonlar yapılıyorsa ve delileri olmasa da, bu kişilere örgüt üyeliği isnat ediliyorsa, yeni oluşumun niteliğiyle ilgili ana/çatı bir davada Yargıtay karar vermelidir. Ancak, 15 Temmuz’da gerçekleştirilen vahim eylemlerle ilgili ana davaların (Genelkurmay çatı ve Akıncı üssü) sonucunu bile beklemeden, 15 Temmuzdan bir yıl önce başlayan ve görevi kötüye kullanma kapsamında açılan bir davaya 15 Temmuz olaylarını monte ederek emsali görülmemiş şekilde Gülen hareketini silahlı örgüt kabul eden Yargıtay’dan böyle bir karar beklemek hayalcilik olacaktır.
Kısaca, yeniden yapılanma olarak adlandırılan soruşturmalar, hukukilikten öte, 15 Temmuz süreciyle birlikte başlayan “cadı avı” ve bir kesimi “şeytanlaştırma” çalışmasının bir devamıdır. Silahlı örgüt kabul ettiği yapının herhangi bir silahı olmadığını bildiği için 15 Temmuz olaylarındaki silah unsurunu bile polis ve askerlerdeki silahlarla açıklama başarısı gösteren yargının yeni misyonu, bu olayların üzerinden 8 yıl geçmesine ve o kadar operasyon ve çabaya rağmen, cebir şiddet içeren eyleme karışmayan ve silahları da olmayan kişilere hukuka uygun davranışları nedeniyle tekrar örgüt soruşturması açmak suretiyle, bu kişileri sistematik bir çabayla “sivil ölü” haline getirmektir.
Evet, ortada bir suç olduğunda şüphe yoktur. Ama bu suç, hiçbir suça bulaşmamış ve haklarında varsayım ve önyargıyla oluşturulan şablon iddialar dışında delil olmayan kişiler tarafından değil, bizzat bu operasyonları gerçekleştiren yargı mensupları tarafından işlenmektedir. Zira her bir suçun maddi ve manevi olmak üzere iki unsuru vardır ve bu unsurların varlığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulmalıdır. 15 Temmuz sonrası, Yargıtay’ın şartları gerçekleşmeden silahlı örgütün maddi unsuruna ilişkin kabulünden sonra ve sadece bu unsurla yetinip suçun manevi unsuru olan örgütün nihai amacını bilme ve isteme unsurunu hiç araştırmadan, piramit ve benzeri anlamsız kategorilerle insanlara ceza yağdıran ve en hafif ifadesiyle “görevi kötüye kullanmak suretiyle hürriyeti tahdit suçunu (TCK m. 309/3-c)” işleyen yargı mensupları, yeniden yapılanma adını verdikleri bu operasyonlarla işi bir adım ileriye götürerek TCK’nın 77. maddesinde ifadesini bulan “insanlığa karşı suç” işlemektedirler. Zira bu maddenin 1/c bendi gereğince, “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi insanlığa karşı suçtur.” AİHM tam da bu nedenlerle 63 yıllık tarihindeki en ağır ve kapsamlı kararını Yalçınkaya başvurusunda Türkiye aleyhine vermiştir.
Acaba, silahlı örgüt mensubiyeti için gerekli şartlar oluşmadan tutuklanan, mahkum edilen, devletten atılan, özel sektörde çalışması ve yurt dışına çıkması engellenerek adeta “medeni ölü” haline getirilip toplumdan soyutlanan insanların, kendileri ve ailelerinin hayatlarını devam ettirebilmeleri adına Anayasa’da düzenlenen “çalışma hürriyetine” aykırı olarak iş bulmaları ya da bu kişilerin iş bulmalarına yardım etmelerinin veya ifade, din-vicdan ve örgütlenme özgürlüğüne aykırı olarak bir araya gelmelerinin bir merkezden koordine edilerek örgütsel faaliyet kabul edilmesinin başka bir izahı olabilir mi? Bir kişi daha önce ceza alsa dahi, bu kişinin ve ailesinin anayasal ve yasal hakları engellenip bu haklar yeni suçlamalara gerekçe yapılabilir mi?
DİPNOTLAR
[1] “…Sıkıyönetim mahkemesi suç dosyalarını birleştirerek sanıkların, TCK’nın 149/1. maddesindeki suçu işlemek için “çete” oluşturdukları kanaati ile bu suçtan mahkumiyetlerine karar vermiş ise de; silahlı çete, birçok sayıda kimsenin disiplinli bir şekilde organize edilmesi ile meydana geleceği; çetenin bariz vasfının, 168’inci maddede açıklanan suçları işlemek için iradelerin birleşmesinin gerekeceği; sistemli, hiyerarşik bir organizasyonun mevcut olması; taarruz ve mukavemete hazır hale gelmiş bir teşkilatın olması fiilin silahla işlenmesi hususunda çete mensuplarının iradelerinin birleşmiş olması koşulları yanında maddi unsura müteallik hareket olarak da çeteyi teşkil etmek, çetede amirlik, komuta veya hususi bir vazifeyle görevli olmak zorunludur. Sanıklar bazı yerlere bomba koyup patlatmakla eylem biçimlerini ortaya koymuşlardır. (Bomba atmak, dinamit nakli, yangın çıkarmak vs.). Bu faaliyetler çete teşkili düzeninde -ciddiyetinde- olmadığı eylem biçimlerinden anlaşılmaktadır. Hele “Katliam” suçunu işlemek için bu örgütü oluşturdukları tamamen varsayıma dayanmaktadır.” Askeri Yargıtay 2. Dairesinin 07/5/1980 T., 1980/157 E., 1980/169 K. sayılı kararı.
[2] “…Sanıklar hakkında l3.4.l992 gün ve l992/322-l42-209 sayılı iddianame ile bölücülük propagandası suçundan, l.6.l992 gün ve l992/64l-438-387 sayılı iddianame ile silahlı çetenin sair efradı olmak, silahı gasp ve izinsiz pankart asmak suçlarından dolayı kamu davası açıldığı, davaların irtibat nedeniyle birleştirildiği, yapılan yargılama sonunda; sanıkların silahlı çetenin sair efradı olmak suçundan cezalandırıldıkları, silahlı gasp ve izinsiz pankart asma suçlarından dolayı görevsizlik kararı verildiği, bölücülük propagandası suçundan ise hüküm kurulmadığı anlaşılmaktadır. TCK. nun l68. maddesinde tanımlanan suçun, hazırlık hareketlerini de cezalandırma kapsamına alan ve çeteye “Silahlı” niteliğini kazandıracak önceki silahlı eylemleri de zorunlu kılan bir araç suç olduğunda, bu niteliği taşımayan terör örgütlerine girenler hakkında 37l3 sayılı Yasanın 7/1. maddesinin uygulanması gerektiğinde, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil ve ilga amacına yönelik ve bu sonucu oluşturmaya elverişli icra hareketlerinin ise TCK. nun l46/l. maddesi kapsamında değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğunda kuşku yoktur. Yine dosya içerisinde bulunan İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 20.8.l992 gün 228750 sayılı yazısının son bölümünde sanıkların sair efradı oldukları ileri sürülen (Direniş Hareketi) örgütünün 12 Eylül l980 harekatı akabinde başlatılan operasyonlar sonucu dağıtıldığı, l990 yılında toparlanma çabalarına girişerek pankart asma, bildiri dağıtma, bir yere patlayıcı madde atma gibi eylemleri gerçekleştirdiği, fırsat bulduğu takdirde silahlı eylemlere girişebileceğinin bildirildiği, sanıklar vekilinin ise yazıda adı geçen ve anılan örgütü canlandırma çabalarına girişmesi nedeniyle hakkında kamu davası açılan HY isimli kişinin beraatine karar verilmiş olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar ışığında her yönüyle gerçeğe uygun bir kanıya ulaşabilmek için mahkemece silahlı gasp ve pankart asma suçlarından dolayı verilmiş olan görevsizlik kararı CMUK. nun kendine özgü kuralları içerisinde yasa yollarına başvurularak kaldırıldıktan, HY hakkındaki onanlı karar örneği getirtilip dosya içerisine konulduktan ve her iki iddianameye konu suçlar yönünden tüm deliller toplanıp birlikte değerlendirildikten sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini gerekirken, eksik soruşturma ile ve yetersiz değerlendirme ve gerekçeye de dayanılmak suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/7/1994 T., 1994/2136 E., 1994/4134 K. sayılı kararı.
[3] “…Sanıklardan AA’nın çetenin sair efradı olmak, diğer sanıkların da, THKP/C Dev-Yol Örgütü mensubu oldukları iddia olunan MÖ, İA, BSA, GB ve MD isimli şahısları hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer göstermek, elbise ve erzak sağlamak ve sair surette hareketlerini kolaylaştırmak suçlarından haklarında kamu davası açılmıştır. TCK.nun 168/2. maddede yazılı “çetenin sair efradı olmak” suçu ile aynı yasanın 169. maddesinde yazılı “çeteye barınacak yer göstermek, yardım etmek … erzak, silah, cephane veya elbise sağlamak … hareketlerini kolaylaştırmak” suçlarının oluşması için, 168/1. maddede yazılı suçları işlemek için oluşturulan silahlı cemiyet veya çetenin bulunması veya bir çetede hususi bir görev almış olanların herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir. Bu nedenle, olayımızda olduğu gibi, çete mensuplarının fiili ve hukuki durumlarının yeterince açıklığa çıkmadığı hallerde yeterli ve güvenilir belge ve dosyalarla durumlarının kesinlikle saptanması ve bunlar hakkında açılmış bir dava mevcut olduğu takdirde bu dava sonucunun beklenmesi ve sonucuna göre de çetenin sair efradı ile, yataklık yapan kimselerin hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01/02/1988 T., 1988/9-422 E., 1998/1 K. sayılı kararı.
[4] “…Sanığın Sögütçe’deki silahlı çatışmaya, silahı ile fiilen katıldığı bu şekilde belirledikten sonra, mensubu bulunduğu örgütün niteliğine bakmak gerekir. PKK. Örgütü Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde markist-leninist ideolojiye dayanan bir Kürt Devleti Kurulmasını ve bu toprakların Devlet idaresinden ayrılmasını sağlamayı nihai hedef kabul eden silahlı bir çetedir. Bu şekilde sanığın ve örgütün konumu saptandıktan sonra, eylemlerinin hangi suçu oluşturacağı hususuna gelince…” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/10/1992 T., 1992/9-258 E., 1992/281 K. sayılı kararı.
[5] EKİM ve AFİD örgütleri böyledir. TMK’nın 7/1. maddesi kapsamında terör örgütü iken silahlı eylemlere girişmişler ve ETCK’nın 168. maddesi kapsamında silahlı çeteye dönüşmüşlerdir.
[6] Ekim örgütüyle ilgili iki karar:
“…Dosya kapsamına göre sanıkların cebir, şiddet, korkutma ve tehdit yöntemleri ile Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal düzenini değiştirmek amacıyla kurulan ve 3713 sayılı Yasanın 1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken EKİM örgütünün afişlerini birkaç kez çeşitli yerlere yapıştırmak şeklinde gerçekleştiği anlaşılan eylemlerinin…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 05/4/1995 T., 1995/350 E., 1995/221 K. sayılı kararı.
“..Sanıkların mensubu oldukları, yardım, yataklıkta bulundukları EKİM örgütünün ..Yargıtay içtihatlarına göre 27.7.1996 tarihinden itibaren silahlı çete niteliğinde bulunduğu nazara alınarak…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/1999 T., 1999/2861 E., 1999/1805 K. sayılı kararı.
[7] “…Başlangıçta Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini açıkça dile getiren örgüt, dünya siyasi konjonktüründeki gelişmelere paralel olarak görüntüsünde de değişiklik yapma kararı almış, bu çerçevede 5. Kongrede öncelikle örgüt ambleminden “orak-çekiç”in çıkarılmasını kararlaştırmış…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/12/1999 T., 1999/1417 E., 1999/4102 K. sayılı kararı.
[8] PKK, KADEK, KONGRA-GEL: PKK, 1978 tarihindeki 1.kongrede PKK (Partiye Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi-) adıyla fiilen kurulmuştur. 2002 tarihindeki 8. Kongrede ismini KADEK (Kongreya Azadi-ü Demokrasiye Kürdistan-Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi-) olarak değiştirmiştir. 2003 deki 9. Kongrede örgütün ismi Kongra–Gel (Kongraya Gele Kürdistan-Kürdistan Halk Kongresi-) olarak değiştirilmiştir. 2005 den sonra tekrar PKK adını kullanmaya başlamıştır.
[9] “…Sanığın PKK-Kongra-Gel terör örgütünün bir alt oluşumu olan TECAK’ın ülke içindeki örgütlenme biçimi olan BAGEH (Bağımsız Gençlik Hareketi) isimli oluşumun …. Üniversitesi sorumlusu olduğuna dair bir bilgi bulunmadığının bildirilmesi…“ Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/6/2008 T., 2007/9-270 E., 2008/164 K. sayılı kararı.
“…Sanığın iddia ve kabul olunan ve dosya kapsamı ile de sübuta erdiği anlaşılan eylem ve faaliyetleri itibariyle PKK terör örgütünün gençlik alanındaki alt yapılanmasını oluşturan BAGEH üyesi olup, eyleminin silahlı örgüte üye olma suçunu oluşturduğu…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 10/11/2009 T., 2009/11643 E., 2009/11211 K. sayılı kararı.
“…Sanığın dosya kapsamı ile sabit olan silahlı terör örgütünün mahalli alan örgütlenmesi biçimindeki alt yapılanmasını oluşturan Devrimci Halk Güçleri (DHG)nin semt sorumlusu ve üyesi olmak…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 14/3/2007 T., 2006/5866 E., 2007/2079 K. sayılı kararı.
“…Tüm dosya kapsamına göre yasadışı DHKP/C terör örgütünün alt birimi olan Ümraniye DHG yapılanması içerisinde yer alarak…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 14/3/2013 T., 2012/4191 E., 2013/3971 K. sayılı kararı.
[10] “…Silahlı çete niteliğindeki PKK örgütünden ayrılan kişiler tarafından oluşturulup bazı değişiklikler dışında bu örgütün ideolojisi ve stratejisini benimsediği bildirilen, silahlı eylemlerini 1992 yılı Ocak ayından itibaren yurtiçine taşıma kararı alan, mensuplarının silahlı olduğu sanığın savunması ile toplanan kanıtlardan anlaşılan PKK-VEJİN örgütünün silahlı çete niteliğinde bulunduğu gözetilmeden sanığın TCK. nun 168/2. maddesi yerine yazılı şekilde cezalandırılması…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 10/4/1995 T., 1995/1730 E., 1995/2533 K. sayılı kararı.
“…Hizbullahi Davet isimli yasadışı oluşumuna ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün 13.01.1999 tarihli yazısından sonra Hizbullah örgütüne yönelik yapılan operasyonlarda Hizbullah örgütünün yapısı, faaliyet ve uzantılarına ilişkin bir çok belgeye ulaşıldığından Hizbullahi Davet oluşumunun silahlı çete olan Hizbullah örgütü ile bağlantısı olup olmadığı hususunun yeniden araştırılması, anılan örgütle ilişkilerinin tesbiti halinde buna göre, aksi takdirde ise mevcut deliller göz önüne alınarak sanıkların konumunun ve yasadışı oluşumunu TCK.nun 313. maddesi ya da 3713 sayılı yasanın 7. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının tartışılması suretiyle sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayininde zorunluluk bulunması…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 26/9/2000 T., 2000/2213 E., 2000/2246 K. sayılı kararı.
“…Kolluk Kuvvetlerince tanzim olunan I. Klasör Dizi 327 de bulunan fezlekedeki bilgilere göre; mensubu oldukları iddia olunan 1980 yılından sonra çözülme yaşıyan THKP/C-Dev-Yol örgütünün geçmişine sahip çıkarak fikir ve ideolojisi doğrultusunda 1995 yılında kurulan Devrimci Yol/Türkiye Devrimci Gençlik örgütünün yeni bir oluşum veya silahlı çete veyahutta 3713 sayılı yasanın 1 ve 7. maddesinde öngörülen terör amaçlı örgüt olup olmadığının tesbiti bakımından amaç ve stratejisi, eylemleri ve sair yönleri ile ilgili olarak hakkında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığından tafsilatlı bilgi alınmasından sonra, hukuki durumların tayin ve takdiri gerekirken, haklarında eksik soruşturma ile hüküm kurulması.” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/3/1998 T., 1997/1726 E., 1998/819 K. sayılı kararı.
[11] http://www.bursadabugun.com/haber/feto-nun-yeniden-yapilanma-icerisine-girmesine-yonelik-operasyon-21-gozalti-1340515.html; https://www.yenisafak.com/gundem/yeniden-yapilanma-kuran-fetoculere-baskin-3452593;https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/fetonun-yeniden-yapilanmasi-sorusturmasinda-gozaltina-alinan-suphelilerden-19u-tutuklandi/1761292; https://www.hurriyet.com.tr/gundem/fetonun-il-imamlari-hamamlarda-ve-pastanelerde-toplanmislar-41624393; https://www.iha.com.tr/haber-fetonun-yeni-yapilanmasina-operasyon-26-gozalti-849213/; https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/10/17/son-dakika-fetonun-guncel-il-yapilanmasina-buyuk-darbe-23gozalti?paging=4; http://yekvucut.com/teftis/istanbulda-yeniden-yapilanmaya-calisan-feto-hucresi-cokertildi/
[12] “…Sanıkların “ben bir kürdistanlı olarak, kürdistanda sayın Abdullah Öcalan’ı bir siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum” ibarelerini içeren bildirileri imzalamaktan ibaret eylemlerinin suç teşkil etmeyeceğinin gözetilmemesi…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13/5/2009 T., 2009/2603 E., 2009/5679 K. sayılı kararı.
[13] “…İlçede toplu olarak kepenk kapatılması yasa ve nizamlara uygun olmayan bir eylem biçimidir. Kaymakamlık yetkili idari merci olarak kamu güvenliği ve düzenini bozan bu eyleme son verilmesi yönünde aldığı esas ve biçim yönünden yasa ve nizamlara uygun emri, ilçe halkına duyurduğu halde, sanıkların bu emre uymadıkları açıktır. Emirde yer alan “kepenklerin kırılarak açılacağı ibaresi de” yetkili merci tarafından öz ve biçim yönünden, yasa ve nizamlara uygun olarak alınan kamu, güvenliği ve düzenini sağlamayı amaçlayan emri, yasaya aykırı şekle dönüştüremez. İlan edilen bu emre uymamak, bir başka suçta oluşturmadığına göre, sanıkların üzerlerine yüklenen TCY.nın 526 ncı maddesine aykırı davranmak suçunun oluştuğu kabul edilmelidir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02/5/1994 T., 1994/2-105 E., 1994/131 K. sayılı kararı.
[14] “…Sanığın salt insani duygularla ve akrabalık ilişkilerinin gereği olarak dayısının oğlu MA’ı cezaevinde zaman zaman 9 aya varan aralarla ziyaret edip çeşitli ihtiyaçlarını karşılaması da, cezaevindeki diğer örgüt mensuplarıyla ilişki içinde bulunduğunun kanıtı olarak kabul edilemez. Bu itibarla, 31 yaşında olup, sabıkası bulunmayan ve bir kısım yakınları kolluk görevlileri tarafından gözaltına alındıktan sonra kaçma olanağı bulunduğu halde kaçmayan ve evinin aranmasına da onay veren sanığın diğer kanıtlarla desteklenmeyen ve sonraki aşamalarda reddettiği kolluk anlatımının tek başına hüküm kurulmasına yeterli kanıt değeri bulunmadığı, bunun dışında sanığın örgüt üyesi olduğunu gösterir, bu suçtan cezalandırılmasına yeterli, kuşkudan arınmış kesin ve inandırıcı başkaca kanıt da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yargıtay C.Başsavcılığının sanığın yasadışı örgüt üyesi olmak suçundan hükümlendirilmesi için yeterli kanıt bulunduğuna ilişen itirazının reddine karar verilmesi gerekir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 30/4/2002 T., 2002/9-102 E., 2002/236 K. sayılı kararı.
[15] “…Bir suçun kanuni tanımında “bilerek”, “bildiği halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere açıkça yer veren suçlar olası kastla işlenemez (Prof. Dr. İzzet ÖZGENÇ, TCK Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 241). Kişi, örgütün işlediği somut fiili bilmese de terör örgütü olduğunu, sağladığı yardımın örgütün yararına kullanılacağını bilmeli ve bu irade ile hareket etmelidir. İnsani mülahazalarla yapılan yardımlar örgüte yardım suçunu oluşturmaz. Yapılacak her türlü yardımın suç olarak değerlendirilmemesi gerekir (Prof. Dr. A. Caner Yenidünya Arşt. Gör. Zafer İçer, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma, 1. Baskı, s. 56). Örgüte yardım suçunda manevi unsurun oluşması için genel kasıt yeterli değildir. Özel kasıt ile işlenen bir suçtur. Fail örgütün amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak kastı ile hareket etmelidir (Doç. Dr. Namık Kemal TOPÇU, Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları, s. 164).” Yargıtay 3. Ceza Dairesi 22/11/2021 tarih ve 2021/8301 E., 2021/10127 K.
“…Siyasi parti faaliyetleri kapsamındaki basın açıklamaları, Nevruz Bayramı kutlamaları, terör örgütü propagandasına dönüştürülmeyen insani mülahazalarla gerçekleştirilen taziye ziyaretleri gibi eylemlerin silahlı terör örgütü faaliyeti kapsamında kabul edilemeyeceğinde kuşku bulunmamakta ise de, terör örgütü yöneticilerinin talimatı veya örgütün çağrıları doğrultusunda gerçekleştirilen ve terör örgütünün propagandasına dönüşen şiddet eylemleri ve faaliyetlerin siyasi parti çalışması olarak kabulü mümkün değildir.” Yargıtay 3. Ceza Dairesi 27/09/2021 T., 2021/3667 E., 2021/9072 K.
“…Bir suçun kanuni tanımında “bilerek”, “bildiği halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere açıkça yer veren suçlar olası kastla işlenemez (Prof. Dr. İzzet Özgenç, TCK Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 241).
Yukarıda yer verilen öğretideki görüşler ve yerleşik içtihatlarımız göz önüne alındığında; suç örgütleri veya silahlı terör örgütlerine yardım suçunun ancak doğrudan kastla işlenebileceği, yardımın örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet etmesi gerektiği, örgüt üyelerine yapılan yardımın da örgüte yapılmış gibi kabul edilmekle birlikte örgüt üyesinin mensup olduğu örgütün bilinmesi ve bu yardımın da insani mülahazalarla değil örgütün amaçlarını gerçekleştirme gayesiyle yapılması hususunda ortak bir kanaat mevcuttur.” Yargıtay 16. Ceza Dairesi 24/6/2021 T., 2021/1493 E., 2021/4393 K.
“…Bir suçun kanuni tanımında “bilerek”, “bildiği halde”, “bilmesine rağmen” gibi ifadelere açıkça yer veren suçlar olası kastla işlenemez. (Prof. Dr. İzzet ÖZGENÇ, TCK Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 241)
Kişi, örgütün işlediği somut fiili bilmese de terör örgütü olduğunu, sağladığı yardımın örgütün yararına kullanılacağını bilmeli ve bu irade ile hareket etmelidir. İnsani mülahazalarla yapılan yardımlar örgüte yardım suçunu oluşturmaz. Yapılacak her türlü yardımın suç olarak değerlendirilmemesi gerekir.
Örgüte yardım suçunda manevi unsurun oluşması için genel kasıt yeterli değildir. Özel kasıt ile işlenen bir suçtur. Fail örgütün amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak kastı ile hareket etmelidir. (Yrd. Doç. Dr. Namık Kemal Topçu, Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları, s. 164)” Yargıtay 16. Ceza Dairesi 18/3/2021 T., 2020/2703 E., 2021/2819 K.
“…Yukarıda yer verilen öğretideki görüşler ve yerleşik içtihatlarımız göz önüne alındığında; suç örgütleri veya silahlı terör örgütlerine yardım suçunun ancak doğrudan kastla işlenebileceği, yardımın örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet etmesi gerektiği, örgüt üyelerine yapılan yardımın da örgüte yapılmış gibi kabul edilmekle birlikte örgüt üyesinin mensup olduğu örgütün bilinmesi ve bu yardımın da insani mülahazalarla değil örgütün amaçlarını gerçekleştirme gayesiyle yapılması lazımdır.” Fail, yaptığı yardım ile suç işleyen bir kişiye, araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkân sağladığını bilerek ve isteyerek hareket etmelidir. Dolayısıyla failde, maddede belirtilen hususlarda imkân sağlama maksadının diğer bir ifade ile özel kastın bulunması gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu suç genel kastla işlenemez (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 8389; Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, 5. Baskı, Seçkin Hukuk, Ankara, 2019, s. 486.).Gerekçede de böyle bir amaç güdülmemekle beraber, kişinin insani mülahazalarla bazı ihtiyaçlarının karşılanmış olması durumunda, söz konusu suçun oluşmayacağı belirtilmiştir.” Yargıtay 16. Ceza Dairesi 17/12/2020 T., 2019/9897 E., 2020/6880 K.
“…Sanık veya mahkûmun belli bir yerde saklanmasının temin edilmesinden başka; bu kişi, soruşturmanın veya infazın engellenmesi amacıyla örneğin bir başka ülkeye kaçırılmış olabilir. Bu tür fiilleri de söz konusu suç kapsamında değerlendirmek gerekir. Belirtmek gerekir ki, hakkında tutuklama veya mahkûmiyet kararı verilen kişinin bir yerde barınmasını temin etme durumunda dahi, bu suçun oluştuğunu kabul etmek gerekir. Bu suçun oluşabilmesi için, kayrılan kişinin araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması amacıyla hareket edilmesi gerekir. Böyle bir amaç güdülmemekle beraber, kişinin insani mülahazalarla bazı ihtiyaçlarının karşılanmış olması durumunda, söz konusu suç oluşmayacaktır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15/12/2020 T., 2018/250 E., 2020/520 K.
[16] https://www.siviltoplum.gov.tr/illere-ve-faaliyet-alanlarina-gore-dernekler
HÜKÜMETİN EYLEM(SİZLİK) PLANINI ÇÖPE ATAN STK BİLDİRİMİ
HÜKÜMETİN EYLEM(SİZLİK) PLANINI ÇÖPE ATAN STK BİLDİRİMİ
Avrupa’da faaliyet gösteren 5 insan hakları kuruluşu, Hükümetin Yalçınkaya kararına ilişkin sunduğu eylem(sizlik) planıyla ilgili karşı bildirimde bulunmuş ve Hükümetin Yalçınkaya kararı uygulanıyor algısını adeta çöpe atmışlardır. Bu çok önemli bildirimin İngilizce ve Türkçe metinlerine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. İngilizce Metin: NGO Communication to the CM_Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye_Application no. 15669-20 Türkçe Metin: NGO Communication_v.04.09_Final TRYALÇINKAYA DOSYASININ DURUŞMA TUTANAĞI
YALÇINKAYA DOSYASININ DURUŞMA TUTANAĞI
AİHM Büyük Daire tarafından verilen ihlal kararını görmezden gelerek tekrar mahkumiyet kararı veren Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşma tutanağını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz.
Link: YALÇINKAYA DURUŞMA ZAPTIFİNLANDİYA’DAN ÇOK ÖNEMLİ TÜRKİYE RAPORU
FİNLANDİYA’DAN ÇOK ÖNEMLİ TÜRKİYE RAPORU
Finlandiya Göçmenlik Bürosu Ülke Bilgi Servisi tarafından Haziran 2024’te hazırlanan Türkiye raporunun İngilizce metnine ve Türkçe çevirisine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
İngilizce Metin: FIS_Turkey_Individuals associated with the Gülen movement_June_2024 Türkçe Çeviri: FIS_Turkey_Individuals associated with the Gülen movement_June_2024 TRBİRLEŞMİŞ MİLLETLER HAKİMLERİN VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI ÖZEL RAPORTÖRÜNÜN TÜRKİYE MEKTUBU
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER HAKİMLERİN VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI RAPORTÖRÜNÜN TÜRKİYE MEKTUBU
Birleşmiş Milletler Hakimlerin ve Avukatların Bağımsızlığı Özel Raportörü Margaret Satterthwaite, iddialarını yanıtlamak üzere Türkiye’ye bir mektup göndermiştir. Güncel yargılamalarla ilgili çok önemli hususlara da yer verilen bu çok önemli mektubun İngilizce metnine ve Türkçe çevirisine aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
İngilizce Metin: Mektup İngilizce Türkçe Metin: Mektup Türkçe